Deniz Gökçe: İyi akşamlar. Ekodiyalog bu hafta İstanbul'da. Marmara Üniversitesi Göztepe kampüsündeyiz. Dr. İbrahim Üzümcü Konferans Salonu'ndayız, arkadaşlar burayı doldurmuşlar. Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Tunç Eren'in davetlisi olarak buradayız. Ve çok önemli bir gün bugün. Çünkü Ege müthiş bir açıklama yapacak.
Ege Cansen: Nedir o açıklama?
Deniz Gökçe: Dandini açıklaması.. Bundan iki program evvel Ege, bir bostan konusu gelmişken gündeme....
Asaf Savaş Akat: Nereden geldi bostan?
Ege Cansen: Bayram programıydı hatırlarsan. Deniz'in oturduğu evden bayram yerine giderken bostandan geçermişsiniz..
Deniz Gökçe: Evet.
Asaf Savaş Akat: Langanın bostanı meşhurdur..
Ege Cansen: Bostan deyince benim de aklıma Deniz'e bakınca çocukluğunu düşündüm, herhalde dedim onun annesi "dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana" diye uyutmuştur diye. Sonradan yahu bu dandini lafı nereden geliyor diye takıldık kaldık bu dandiniye.
Deniz Gökçe: Neymiş bu dandini, söyle bakalım..
Ege Cansen: Ben aslında tam da bulamadım dandininin ne olduğunu. Bilenler varsa bana yazsınlar. Lugatlarda şöyle diyor; çocuğu hoplatmaktır diyor. Yani bir çocuğu alıp böyle hoppala hoppala falan.. Şimdi dandini bu oluyormuş. Türkiye'de böyle harekete bir ses takarak kelime üretme var. Fakat güzel bir şey buldum bu arada. İngilizce'de de böyle bebekleri hotlatmaya dangle diyorlar. Acaba bu Türkçe'den mi geçmiş oraya. Yani bizimki dandini oraya dangle diye geçmiş. Ama en güzeli de bu böyle fazla şımarık büyümüş insanlara da dandini bebek denirmiş. Yani yaşı ilerlese bile onlara dandini bebek denirmiş.
Asaf Savaş Akat: Sen ondan mı Deniz'i görünce aklına dandini geldi.. Böyle bir ima var mı...
Ege Cansen: Hayır hayır.
Deniz Gökçe: Ben senin yerinde olsam böyle tehlikeli yaşamazdım. Geçen programı insaf ettim ayakkabılarını gösterdim. Sıra iç çamaşırlarına geliyor, ona göre..
Asaf Savaş Akat: Ağır tahrik sınıfına giriyor, yani topu oraya koyuyor yani biz de vuracağız.
Ege Cansen: Bir de ortalık dandini var, o karışık demek.
Deniz Gökçe: Pek anlamadım yani bu dandini nereden çıkmış.
Asaf Savaş Akat: Yani bulamamışsın sen dandininin nereden çıktığını uzun lafın kısası, kıvırttın kıvırttın o çıktı.
Deniz Gökçe: Ama yaşlı arkadaşları vardı, Hakkı Bey var Radikal'de, belki o...
Ege Cansen: Belki şimdi bu programdan sonra dandininin etimolojik olarak nereden geldiğini anlatırlar.
Deniz Gökçe: Peki, Asaf biraz ciddi konulara girelim.
Asaf Savaş Akat: Bunun ekonomiyle alakası ne, onu da anlamadım ama neyse ben sormayayım.
Deniz Gökçe: Bu Türkiye'nin ithalat ve ihracat rakamları ilan ediliyor, herkesin bir fikri var. Nedir durumumuz? Özellikle bir de bu Gümrük Birliği'ne girdik mahvolduk falan gibi feryatlar var. Allah aşkına şu konuya bir gir.
Asaf Savaş Akat: Ben bunu yeni yazdım, ondan zaten istim halindeyim.
Deniz Gökçe: Bak burası senin eski çöplüğün zaten, burada uzun süre ders verdin.
Asaf Savaş Akat: Bu arada tabi hoş oldu. 10 sene sonra en son ben burada 93'te ders vermiştim Göztepe'de.
Deniz Gökçe: Ege sen muhasebede çalışıyordun değil mi üniversitede..
Ege Cansen: Hayır, ben de burada 12 sene işletme ekonomisi hocalığı yaptım.
Asaf Savaş Akat: Kimi işletiyordunuz...
Deniz Gökçe: Kimi yakalarsa.
Asaf Savaş Akat: Ben de son sınıflara iktisat politikası ve Türkiye iktisat politikaları diye..
Deniz Gökçe: Ama öğrencilerin ona koyduğu bir ad vardı biliyorsun.
Asaf Savaş Akat: Ne diyorlardı?
Deniz Gökçe: "Kim ölmüş yalandan" dersi..
Asaf Savaş Akat: Evet, fena değil. Marmara'nın öğrencileri iyi öğrencilerdir. Marmara Göztepe'den çok memnundum o zaman da öğrencilerden. Evet, dış ticaret.. Şimdi dış ticaret sayıları yayınlandı 9 aylık. Aslında önemli tabi 9 aylık sayılar. Aşağı yukarı yılın ritmi, temposu belli oldu. İlk başlarda pek inanılmıyordu Türkiye'nin ihracatının bu kadar çok artacağına. Ama yavaş yavaş en karamsarlar bile ihracattaki artışı kabul etmeye başladılar. Herhalde bu yıl ihracat geçen sene 35 milyar dolar civarından bu sene bir 45 milyar dolara çıkacak, 45'i geçecek, yani 46, 46.5, 47 olabilir, o civarlarda bir yerde bir ihracat geliyor. Tabi ihracatta böyle büyük bir artışa paralel olarak ithalat da aynı artışı gösteriyor. Herhalde o da 65'i geçecek, büyük bir ihtimalle 67 milyar civarında bir ithalat olacak. 20 milyar dolar.. Geçen sene 14-15 milyar dolardı dış ticaret açığı. Bu sene böyle bir 20'ye doğru gidiyor dış ticaret açığı. 2000'le karşılaştırmak ilginç olabilir. 2000'de dış ticaret açığı 27 milyar dolara çıkmıştı. Yani krizden önceki sene.
Ege Cansen: Krizi tetikleyen sene.
Asaf Savaş Akat: Çok dış açık olan yılda dış ticaret açığı aşağı yukarı 27 milyar dolara çıkmıştı. Bu sene onun 7 milyar dolar altında. Halbuki 2000'e kıyasla ithalatımız 12-13 milyar dolar artmış olacak. Yani biz 2000'de 55 milyar dolar civarında bir ithalat yapıyorduk. Bu sene 67'ye çıkıyoruz. Ama ona rağmen açığımız 7 milyar aşağıda oluyor. Çünkü ihracat müthiş bir patlamayla 47 milyar dolara geliyor. Birinci gözlem bu. İkincisi de; kimle açık veriyor diye baktığımızda orada çok ilginç bir manzara var. Aslında Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle dış açığı büyümüyor.
Ege Cansen: Sen Avrupa Birliği'ne taraftarsın değil mi?
Asaf Savaş Akat: Ben kesin taraftarım, belli olmuyor mu. Avrupa Birliği'ne olan ihracatın ithalatı karşılama oranı yani şeyde sürekli yükseliyor. Dolayısıyla mesela çok ilginç bir şey var; 1995 yılında, yani Gümrük Birliği'den önceki sene Türkiye'nin Avrupa'ya ihracatı 8 milyar euro filan. Yani böyle çok cüzi bir rakam. Şimdi 22 milyar, bu sene 22 milyar euroya çıkacak. Aynı dönemde Avrupa Birliği'yle Türkiye'nin dış ticaret açığı da 4.5 milyar euro civarında. Ve bu sene de ondan çok uzak olmayacak. Yani 8 sene sonra bizim Avrupa Birliği'yle dış ticaret açığımız neredeyse artmamış gibi. Halbuki o arada Türkiye'nin dış ticaret açığı artıyor. Artış tümüyle Avrupa dışındaki ülkelerden oluyor. İşte bugün de onu yazdım. YaniTürkiye'nin en büyük ihracatı çok iyi gitmiş mesela bir numaralı ihracatı Almanya'yla yapıyor, 5.5 milyar dolar ihracat yapıyor Almanya'ya. 1 miyar dolar açık veriyor Almanya'yla dış ticaretinde 9 ayda. Buna mukabil mesela Rusya'yla 3 milyar dolara yakın bir açığı var, dış ticaret açığı.
Deniz Gökçe: Enerji ithalatı var ondan.
Asaf Savaş Akat: Tamam ama yani ne bileyim, Çin'le 1.4 milyar dolar açığı var, Çin'e 350 milyon dolar ihracat yapıyoruz. 1 milyar 750 milyon dolar ithalat yapıyoruz. Biz sadece, burada sorun Çin'e mal satamıyoruz. Almanya'dan çok ithalat yapıyoruz, Almanya'dan 6.5 milyar dolar ithalat yapıyoruz. Ama 5.5 milyar dolar da mal satıyoruz.
Deniz Gökçe: Yani özetle; Gümrük Birliği aleyhimize oldu mu olmadı mı, şimdi söyle bakalım..
Asaf Savaş Akat: Kesinlikle olmadı. Zaten çok net bir şekilde çıkıyor ortaya. Türkiye'nin toplam dış tiaret açığında Avrupa Birliği'nin payı hızla düşüyor, azalıyor. Halbuki Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin dış ticaretindeki payı da artıyor. Yani payı mesela ihracattaki payı yüzde 54'e çıkmış. Halbuki dış açıktaki payı Avrupa Birliği'nin yüzde 28.
Deniz Gökçe: Bu beklenmeyen sonuç bu söylediğin.
Asaf Savaş Akat: Evet, kamuoyu tersini düşünüyor. Bu rakamlar Gümrük Birliği'nden evvel.... Yani kamuoyu şunu göremiyor, kamuoyu bence olaya hep ters yönünden baktı. Kamuoyu olayı hep biz Gümrük Birliği'ne girdik ithalatımız artacak diye baktı. Halbuki Türkiye Gümrük Birliği'ne girince Gümrük Birliği sonucunda Türkiye'de Gümrük Birliği olduğu için esas itibariyle Avrupa için yapılan üretim arttı. Yani bunun en tipik örneği, Ege benden iyi biliyor, otomotiv sanayi. Yani şu anda Türkiye Avrupa'nın önemli otomotiv üreticilerinden ve ihracatçılarından biri oluyor. Niye oluyor? Gümrük Birliği'nde olduğu için oluyor. Yani Gümrük Birliği'nde olmadan ne Renault bu fabrikasını işte Megane'lar üretirdi ne Tofaş, ne Ford fabrikayı kukardı, ne Toyota, ne Honda.. Bütün bunlar Gümrük Birliği dışında düşünmek mümkün değil.
Ege Cansen: Orada şöyle bir şey oldu; bu fabrikalar kuruldukları zaman Gümrük Birliği yoktu. Türk iç piyasasına mal satmak için kuruldular. Hatta en son kurulan Toyota, Honda dahi böyledir. Ama imkanlar el vermeyince onlar da stratejilerini değiştirdiler ve şunu gördüler ki, Türkiye'de imal edip Avrupa'ya satmanın bir ekonomisi var. Nitekim mesela Toyota'nın rakamları hız olarak çok enteresan, 50 bin otomobile çıkıyorlar yani bu seneki ihracatla...
Deniz Gökçe: Mülkiyet değişikliği de var ama orada.
Ege Cansen: Onu da söyleyelim tabi. Türkiye'ye mal satmak birinci hedef olmaktan çıkınca Türk....olan ihtiyaç da bir miktar azaldı. Bir de tabi bu büyük şirketlerin firma içi fiyatlandırması diye bir problemleri var. Yani nerede üretilen komponent nereye kaç liraya gidecek.. O zaman bir yabancı ortak bir şey yapıyor, yani ayak bağı oluyor. Yani kaça aldık, kaça sattık, hangi fabrikadan aldın falan filan gibisinden. Halbuki onlar şeylerini büyük Toyota için yapıyorlar, yahut büyük Honda için yapıyorlar. Bu buraya ait bir şirket değil. O zaman her zaman ana fabrikadan veya diğer kardeş fabrikalardan parça alındığı zaman kavga çıkıyor burada. Kaça aldın, başkasından alırsak olur mu.. Ben mi satayım o mu satsın gibisinden.. Bu üretim sisteminde yüzde 100 hakim oluyorlar o zaman. Yani o zaman zaten ancak ihracat başlıyor.
Asaf Savaş Akat: Bunu yaptılar ve sonunu da görüyoruz. Ama yani neticede Gümrük Birliği'nden Türkiye'nin karlı çıktığı, zararlı çıkmayı bir tarafa, yani kazançlı, açıkça kazançlı çıktığı bence sayılarda çok büyük gözüküyor.
Deniz Gökçe: Peki bir iyileşme daha var; enflasyon düşüyor. İnanıyor musun sen?
Ege Cansen: Enflasyon düşüyor artık bu yani inkar edilmez bir şekilde.
Deniz Gökçe: Gelen soruların yarısı bu enflasyon hakikaten düşüyor mu şeklinde de onun için..
Ege Cansen: Enflasyon hakikaten düşüyor da belki bir tek şu sorulabilir bu arada; düşüş kalıcı mı, tekrar kafayı kaldırabilir mi enflasyon canavarı.. Kaldırırsa çok mu kaldırır yoksa tekrar düşer mi..
Deniz Gökçe: Şöyle biraz çevireyim ben; şimdi enflasyonun düşüşü de birtakım belalar getirecek başımıza. Çünkü yeni bir yaklaşım gerekecek ekonomik hayata, neler değişecek, bir de onları söyle bakalım..
Ege Cansen: Şimdi tabi enflasyon düşmesiyle birlikte klasik tabiriyle iş hayatında, çevre şartlarında bir değişiklik oluyor. Herkes de çevreye uygun hareket etmek mecburiyetinde. Şimdi eski şartlar kötü bile olsa ona bir yol göstermiş...
Asaf Savaş Akat: Yani enflasyonla yaşamayı öğrenmiştik, hatta enflasyonla para kazanmayı da öğrenmiştik, zannediyordu en azından.
Ege Cansen: Zannediyordu. Çünkü en büyük banka çöküntüleri, en büyük firma iflasları bu enflasyonun yüksek olduğu devrede oldu. Yani üstelik de milli gelir açısından baktığınızda da hayli düşük bir büyümemiz var. Hatta son 10 sene kötü bir büyüme, işte 1.3 yıllık ortalama artış falan gibi değil mi kişi başına baktığımızda.
Deniz Gökçe: Yani sen şimdi inanmıyorsun, yahu ne güzel enflasyonumuzla yaşıyorduk, bir düşürmeye kalktılar iki kriz yaşadık.
Ege Cansen: Orada bir aldanma oluyor, hani maaşıma zam geldi bilmem ne. Maaşım iyi ama fiyatlar yüksek. Sanki yani maaşla fiyat birbirinden kopuk şeylermiş gibi. Çünkü birisinin gideri birisinin geliri. Fakat yani iş hayatıyla ilgili insanlara belki arkadaşlarımıza, dostlarımıza şunu söylememiz lazım ki; yeni bir çevre şartı oluşuyor. Bunda iki tane önerilen konpanent var. Bir tanesi; artık fiyatlar genel seviyesindeki artış azalacağı için fiyatların izafi hareketleri daha kolay anlaşılır hale gelecektir. Yani talebin fiyat elastisi... Şimdi bunun önemi nerede? Bundan sonra fiyatlandırma ki işletme ekonomisinin en önemli konularından bir tanesidir rekabet ortamında, tam rekabette. Yani fiyatlandırma hakikaten en önemli karardır, daha önemli olacak. Niye? Çünkü enflasyon altında bir miktar kaynıyor bu, hata yaparsa nasıl olsa genel fiyat seviyesi artıyor.. Bir daha ki sefere kurtarıyorsun. İkincisi; reel faizler düşüyor. Hem nominal hem reel faizler düşüyor. Şimdi bu faiz düşüşünün en büyük etkisi vadeli fiyat farkıyla peşin fiyat farkı arasındaki şeyi kapatacaktır. Çünkü ne yapıyorduk biz? Vade farkını bindiriyorduk değil mi yani 3 ay vadeli, 4 ay vadeli veyahut kaç ay vadeliyse, bu farkları üzerine bindiriyorduk. Bunun iki türlü belası var, yine bir fiyat karışıyor. Alan kişi pahalı bir finansmanda almış oluyor ister istemez. Bir de 3 aysonrasının fiyatını 3 ay önceden bir nevi tespit etmiş oluyoruz. Çünkü vadeli fiyatı verdiğimiz zaman 3 ay sonra onun peşin fiyatından bir nevi eşit olması lazım. Hatta peşin fiyatının daha da yüksek olması lazım ki kimse stoktan yani tüccar stoktan para kaybetmesin. Şimdi bundan dolayı şu an piyasada bir şaşkınlık var. Özellikle toptancılar sipariş falan kesiyorlar. Yani az sipariş veriyorlar, üretici şirketlerde biraz huzursuzluk var, onlar da bastırmaya çalışıyorlar ya nerede kaldı bu siparişler, verin biraz diye. Şimdi buna alışacağız, yani bu yeni ortama öğrenmeye başlıyoruz. Ama şunu bilelim ki herkes için daha iyi olacak, daha kötü olmayacak, sonucu daha iyi olacak.
Asaf Savaş Akat: Ama bir sıkıntı çekileceğine ben de inanıyorum.
Ege Cansen: Tabi, hani adaptasyon, uyum gösterme açısından bir sıkıntı...
Asaf Savaş Akat: Bu fiyatla ilgili benim de bir gözlemim var. Bir sürü maldan önce yurt dışından karşılaştırınca bunu görmek mümkün oluyor. Birtakım temel mallar artık kullanılan malların, dikkatimi çekmişti mesela, yurt dışı fiyatları Türkiye fiyatlarının altında. Nasıl olur ya perakende fiyatı, vergi mi var falan filan, onlara bakıyorsunuz filan. Onların olmadığını görüyorsunuz. Neden olduğunu.. Ama bunlar oligopol piyasası yani böyle markalı mallarda. Şunu anlıyorsunuz; yurt dışında rekabetten dolayı ve insanlar fiyatları hatırladıkları için gönül rahatlığıyla zam yapamıyorlar. Bir kere fiyatları, fiyat savaşı olduğunda kavgaya giriştiklerinde, bunlarda kavga oluyor arada bir pazar payı bakımından, fiyatları düşürdükten sonra piyasa şartları iyileşse bile fiyatı yükseltmek zor oluyor. Halbuki bizde enflasyon olduğu için fiyat savaşlarında düşüyor ondan sonra zaten her şeyin fiyatı arttığı için vatandaş bunun da fiyatı artıyor ama neticede Türkiye'de fiyatlar Almanya'dan daha yüksek, aynı mal yerli mal üstelik, Türk malı, Türkiye'de üretiliyor, çok uluslu şirket Türkiye'deki fiyatı Almanya'dan yüksek olabiliyor. Nisbi fiyatları vatandaş izlemediği için..
Deniz Gökçe: Peki bu ilk konuştuğu konuya tekrar seni geri döndüreceğim. Şimdi Gümrük Birliği'nin sokaktaki insanın zannettiği gibi aleyhimize olmadığı, tersine iyileştirdiği durum var. Neden öyle oldu, yani arkasında bir neden var?
Ege Cansen: Yani şimdi buna Asaf da biraz değindi, biraz daha değinelim. Zaten Türkiye'ye ithal malları geliyordu. Ve gitgide de gümrükler düşüyordu. Zaten bu istikamete bir gidiş de vardı. Bu arada iç piyasada da özellikle son iki yıl içinde bir daralma olunca bir miktar can havliyle de dışarıya doğru da bir saldırı oldu. Bunun da etkisi var. Saldırınca nereye gideceksin? Ancak büyük piyasalarda tutulabilir. Yani bugün diyelim ki bir Irak piyasasına girmeye çalışan.. Dar bir yere çok insan giriyor. Yine Irak bizim için en iyi.. Ama Avrupa dengeli bir piyasa, büyük bir piyasa ve ayrıca tabi Asaf'ın vurguladığını tekrar vurguluyorum; Avrupalı üreticiler büyük markalı mal yapan firmalar Türkiye'de gelip mal yaptılar. Yani bu satışların bir kısmı da Türkiye'de firma almış, Avrupa'daki firmaların Türkiye'den daha fazla mal dışarı satmaları, yani eskiden Türkiye'ye mal satmak için gelenler şimdi Türkiye'den mal satmak için geliyorlar ve bu maksatla şirket alıyorlar. Yani Türk iç piyasasına hitab etmek için değil. Dünya piyasasına hitab etmek için yapıyorlar.
Asaf Savaş Akat: Otomotivde bunun örnekleri var değil mi, Mercedes belli otobüsleri artık hiçbir yerde yapmıyor, sadece Aksaray'da yapıyor. Bütün her yere ihraç ediyor. İşte kamyonların da belli tipleri yanı şekilde.
Deniz Gökçe: İç piyasa yeniden gelişir ve toparlanmaya başlarsa bu dışarıda kazanılan başarılarda gerileme olur mu?
Ege Cansen: Yani esas problem tabi maliyet. Yani biz bir de reel ücretlerde bir şey yaparsak, yani buna benzer bir politikaya giderse, Türkiye'de üretmek karlı hale gelmezse işte bugün Başbakan da konuşuyordu; işte yabancı sermaye gelsin, senede 10 milyar dolar... Şimdi gelsin demekle gelmiyor. Gelmesi için bir ekonomisi olması lazım. Yani Türkiye'de daha ucuza üretmesi lazım. Şimdi Çin'e şu kadar yabancı sermaye gidiyor, senede 50 milyar dolar. Niye gidiyor? Çünkü şimdi üretmek ucuz. Türk sermayesi bile Çin'e gidiyor ve Çin'de mal üretip Türkiye'ye getiriyor. Şimdi biraz katı olalım yanı bu da hayatın gerçeği bu. Yani Türkiye'de üretmek ucuz olmazsa Türkiye'de kimse üretim tesisi kurmaz. Ama bürokratik engeller falan bu işin ikinci tarafıdır. Yani bürokratik engel kalktı diye gelmez. Esas çekici güç Türkiye'de bir maliyet avantajının olması.
Deniz Gökçe: Ve sizleri susturuyorum artık. Öğrencilere...
Ege Cansen: Sual mi soracaklar cevap mi verecekler..
Asaf Savaş Akat: Biz sorsak onlara ne güzel olur. Not da veririz.
Deniz Gökçe: Abidin kolayına kaçmadan.. Onur Kalfaoğlu'nun sorusunu alıyoruz...
Onur Kalfaoğlu (İktisat bölümü 2. sınıf öğrencisi): Genelde iktisatçıların borsada kaybetmesi, iktisatçıların kendi arasındaki ekonomi iktisatçılara bırakılamayacak kadar ciddidir diye bir espiri var, bunu doğruluyor mu acaba?
Asaf Savaş Akat: Ege bu senin çöplüğün sayılır. Bir kere borsa var, kaybetmek var, iktisatçıların aleyhine konuşmak var, yani hepsi var.
Deniz Gökçe: Ayrıca bu senin için bir yuvaya dönüş, bak 15 sene neredeyse ders vermişsin burada.. Hadi bakalım..
Ege Cansen: 3 senedir gelmemiştik, gelmiş olduk.
Asaf Savaş Akat: Şimdi çocuklara bir iki tüyo ver de ona göre kağıt alsınlar.
Ege Cansen: Çıktıktan sonra.. Şimdi bu iktisatçıların borsada kaybettikleri yani doğrudur ama yani başkaları da kaybeder, onu da söyleyeyim.. Ayrıca kaybetmeyen iktisatçılar da vardır. Yani ben kendimi kastetmiyorum da.! Keynes falan gibi değil mi zengin olmuş..
Asaf Savaş Akat: Hayır ama Keynes bir kere oynuyor çok para kazanıyor, sonra batıyor. Sonra bir daha çok para kazanıyor ama sonra bir daha batıyor.
Ege Cansen: Sonunda ne oluyor?
Deniz Gökçe: En sonunda gidiyor Lur anlaşmasını imzalatırkan Fransızlar'a, iki tane tablo istiyor müzeden. O tabloları satış zengin oluyor. Doğru mu benim söylediğim..
Ege Cansen: Bilmiyorum...
Asaf Savaş Akat: Bana biraz hikaye anlatıyor gibi geliyor değil mi Ege.. Hatta bizi saf buldu...
Deniz Gökçe: Sayfa numarasını söyleyeyim mi biyografiden, onu da biliyorum.
Asaf Savaş Akat: Bu Larga'dan geçerken bir şey vardı ya bostan, biraz bostan şeyi gibi oldu.
Ege Cansen: Evet, dandini vaziyetleri.
Deniz Gökçe: Birazdan iç çamaşırı kontrolü var biliyorsun..!
Ege Cansen: Şimdi iktisatçılar, yani bir defa iktisatçı deyince daha çok akademik iktisatçılar kastedilir.
Deniz Gökçe: Eğer cevap veremeyeceksen bir reklam arası vereyim.
Asaf Savaş Akat: Yavaş yavaş kıvırta kıvırda gezdiriyor lafı.
Ege Cansen: Yani iktisatçı deyince kimi kastediyoruz. Daha çok akademisyenler kastedilir. Akademisyen biraz ürkek bir adamdır, korkaktır ve çok parası yoktur. Onun kaygısı kazanmaktan çok elindekini kaybetmemektir. Yani iş adamı tipi değildir akamedisyen. Bunu birçok akademisyen için de söyleyebiliriz. Yani belki fizik profesörleri de borsada kaybederler, jeoloji profesörleri de, edebiyatçılar da.. Yani orada iktisatçılıktan ziyade hocalık karakteri olan insanlarda bir miktar hata yapmama korkusu vardır. O da insana hata yaptırır. Ama bir şey daha söyleyeceğim; iktisat bir yerde büyük sayılar kanununa göre hadiseleri değerlendirmektir. Ve ancak uzun vadeli doğruları bilebilir. Yoksa piyasadaki hareketleri kestirmek işte teknik analizdi, tüyoydu falandı filandı, çok fazla iktisatın işi değildir. Ama buna merak salmış insanlar iktisat...çıkabilir. Bir tek şeyi hatırladım ben şimdi bu arada; zannedersem bunu bir iktisatçıya soruyorlar. Şimdi adı aklımda ama yanlış olmasın diye söylemiyorum. Diyorlar ki ya iktisatçılara böyle piyasada falan kaybediyorlar, bunlar iyi iş adamı olamıyor. Doğrudur ama diyor, daha tehlikelisi vardır diyor. İş adamlarının iktisatçı rolüne girmeleri diyor, o daha kötüdür diyor.
Asaf Savaş Akat: Güzel, buna kesin katılıyorum.
Deniz Gökçe: Güzel kıvırttı ama, sonunu iyi bağladı. Çağla'nın sorusunu alıyoruz...
Çağla (İşletme 3. sınıf): 3 Kasım 2002 tarihinden itibaren hükümette görevili başbakan, ekonomi bakanı veya bakan görevinde olsaydınız 1 yıldır ekonomide ne gibi köklü reformlar yapardınız? Şu an ki enflasyonun düşüşünü kalıcı buluyor musunuz?
Asaf Savaş Akat: Yani şöyle diyelim; hükümetin yaptığı hatalar var mı, öyle yani ben teşhir edeyim olayı. Çünkü çok şey yapardım diyeceğim ama yani ille başbakan olsaydım yapacağım anlamına gelmiyor. Çünkü neticede işte meclis var, dış koşullar var, Irak'ta savaş oluyor, tezkere oluyor, tezkere geçti geçmedi, işte YÖK kavgası oluyor, bir sürü yani başka şeyler oluyor. Bütün onları da hesaba katmak lazım. Bu hükümetin ekonomiyle ilgili bence bir zaafiyeti oluştu doğrusu. Bir sürü şeyi çok iyi yaptılar ama bir konuda ilk başlarda hükümet hakkında oluşan böyle bir popülist beklenti vardı. Yani çünkü baktığınız zaman Türkiye'de İslamcı denilen hareketin gerisinde işte Erbakan var, Refah Partisi, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi dediğimiz o gelenek var. O gelenekte çok güçlü bir popülist eğilim vardı. Dolayısıyla bu hükümete onunla bağlantısından dolayı acaba bunlar da po pülist midir diye başladılar yani ilk geldiğinde herkesin aklında bunlar bu bütçeyi disiplinini ciddiye almazlar. Bunlar bu bütçe disiplinini bozarlar, bu IMF'le ilişkiyi bunlar götürmezler, bu programı IMF'le ilişkiyi bozarlar şeklinde beklentiler vardı. Hükümet ilk aylarda bence...
Ege Cansen: Nitekim biz de Bakan Babacan'a değil mi bunu devamlı...
Asaf Savaş Akat: Devamlı çocuğu sınava almış gibi yani koca bakan, yani ne zaman çıkacaksınız IMF'ten, programdan der gibi... Böyle tereddütler vardı. Bu hükümetin orada bence bir hatası oldu. İlk başlarda bu konudaki kuşkuların kendilerine yani hükümete nasıl zarar verdiğini anlamadılar. Ve hafif böyle havalar da verdiler. Yani işte onu da veririz, bunu da şey yaparız.. O parayı da veririz, işte onu da canlandırırız, onu da böyle yaparız filan diye böyle bir hava yarattılar. Fakat çabuk öğrendiler diye düşünyorum ben. Baktılar ki iş öyle değil. Dolayısıyla ardından gelen ikinci dönemde buna ilk işte 4-5 ay, biraz da hazırlık dönemi, tabi seçim kazanmışlar yani on uda normal karşılamak lazım. Yani seçim kazanmış, şimdi başbakan olmuş yani şimdi iki tane yol yapmayacak mı.. Koca başbakan iki tane yol yapmayacak mı yani böyle bir yere gittiğinde işte söz verip orayı ne bileyim il yapmayacak mı hani, değil mi yani böyle bir raconu var bu işin diye düşünmek de mümkün.
Ege Cansen: Bir de el öpenlere bağşiş veriyorlar değil mi..
Asaf Savaş Akat: Onu bilmiyorum. Ben senin elini öptüğümde vermiyorsun, onu biliyorum. Ondan başbakan olamadın.
Ege Cansen: Böyle dik konurmuş paralar ve matbadan yeni çıkmış olacakmış. İç cepte duracak. Elini öptüğü sırada hemen şöyle...
Deniz Gökçe: Nereden biliyorsun sen bunu.
Ege Cansen: Bunun edebiyatı var.
Asaf Savaş Akat: Gördüğünüz gibi konuyu şey yapıyorlar ama ben devam edeceğim. Bence orada bir hata yapıldı ama sonra onu çabuk toparladılar ve yani programı uygulayacaklarını, bütçe politikasını, bütçe disiplinini uygulayacaklarını anlnatmaya başladılar, ikna etmeye başladılar. Onun da sonucunu aldılar nitekim hızla işte faizler düştü, kur aşağı doğru gitti, şu anda çok daha fazla bir güven var. Reformlara gelince, yani reformlar hükümeti aşıyor, onu da görmek lazım.
Ege Cansen: Özelleşmeden bahset, orada bir ayak sürtüyorlar yani.
Asaf Savaş Akat: Ayak mı sürtüyorlar, onu da tam anlamadım. Ayak mı sürtüyorlar orada yoksa..
Ege Cansen: Tereddütleri var...
Asaf Savaş Akat: Şimdi orada Türkiye'nin genel bir sorunu mu hükümete yansıyor.. Yani biz bunları acaba ucuza mı satıyoruz diye yani sedece bu hükümette değil muhalefeti de yani oy veren vatandaş da yani herkesin kanaati bir şey özelleştirilirken muhakkak bu işte bir üç kağıt olmuştur. Dolayısıyla pahalıya mı gitti ucuza mı gitti, yani öyle korkular var. Ama yani hükümetin özel bir şeyi yok gibi geliyor bana. Benim gördüğüm ciddi sayılabilecek hatta ilk başlardaki popülizm havasının sürdürülmesi ve onun yarattığı kuşkunun faizin, kurun aşağı doğru gitmesini bir süre engellemesidir.
Deniz Gökçe: Ama Irak savaşından bu yana böyle bir durum yok.
Asaf Savaş Akat: Yok, yani Mayıs-Haziran ayından itibaren tam tersine çok kararlı bir manzara çiziyorlar. Maliye politikasında ve para politikasında... Buna karşılık yapısallarda da, yani yapısal reformlarda tabi sorunlar sürüyor,o nlar kolay işler değil. Enflasyonun düşüşünü de kalıcı buluyorum, onu da söyleyeyim.
Deniz Gökçe: Sorun çok geniş olduğu için Asaf hoca çapında bir mevlithan bile tekledi burada biliyorsun..
Asaf Savaş Akat: Yani az kıvırtarak cevap vermeye çalıştım da ondan. Yoksa kıvırtarak, gezdirerek çok daha farklı cevap verebilirdim..
Deniz Gökçe: İlhan Köse'nin sorusunu alıyoruz..
İlhan Köse (Eczacı Fakültesi 4. sınıf öğrencisi): Bu kadar üniversite geziyorsunuz ve öğrencilerle buluşma fırsatı elde ediyorsunuz. Peki yeni neslin ekonomiye bakışı sizce nasıl? Ve bu nesilde ekonomiyi şaha kaldıracak potansiyel görüyor musunuz?
Deniz Gökçe: Senin yaşın müsait bunu cevaplandırmaya. Bu kadar üniversite geziyorsun, Türk gençliği hakkında, üniversite gençliği hakkında ne düşünüyorsun?
Ege Cansen: Türk gençliğinin ekonomiye bakışı sizce nasıl ve bu nesilde ekonomiyi şaha kaldıracak bir potansiyel görüyor musunuz! Evet.
Asaf Savaş Akat: Bir kere soralım yahu, siz görüyor musunuz? Yani bizim nesil ekonomiyi şaha kaldıracak diyenler bir ellerini kaldırsın bakayım..... Tamam, işte bu kardar, hiç tereddüt yok.
Deniz Gökçe: Vallahi bravo.
Asaf Savaş Akat: Ekonomiyi şaha kaldırmak için evvela bir kere kendine güven lazım. Yani yapacağım diyeceksin. Vallahi bizden hiçbir şey olmaz ağabey diyorsanız sizden hiçbir şey olmaz. Hayır biz bunu yapacağız diyorsanız yaparsınız.
Deniz Gökçe: Ama şimdi sıfırcı hocanın görüşünü de alalım.
Asaf Savaş Akat: Evet anlat bakalım ihtiyar, sen görmüş geçirmiş bilge bir adamsın..
Ege Cansen: Fırsat verseler anlatacağım. Şimdi tabi böyle gençliğe bakıp da; bunlarda ekonomiyi şaha kaldıracak kabiliyet vardır demek mümkün değil. Daha doğrusu yani benim böyle bir yeteneğim olamaz. Yani bir kimsenin ne aleyhte ne lehte hüküm vermesi pek kolay değil. Ama şunu görüyorum.
Deniz Gökçe: Salon küçük mü?
Ege Cansen: Küçücek, çok küçük değil.. Evet, orta boy bir salon. Bu salon yapılmadan önce de ben buralarda dolaşırdım.
Asaf Savaş Akat: O zaman burası da bostan mıydı!
Ege Cansen: Şimdi şu var sadece; biz Türkiye'nin her yerinde gayet ilginç, kaliteli işler görüyoruz. Ve yani üniversiteli gençler veya üniversiteli olmayan gençler de ya her yerde Türkiye'de belli bir kalite var, kalite yükselmesi var. Ama ne iş olursa olsun, otelcilik, lokantacılık, bina yapmak, mağazalar, yollar. Şimdi ben 65 küsur yaşındayım yani aylarıyla ilave edersek, yani benim hep aklımda iyi bir yer deyince hani biraz da böyle devletin zoruyla yapılmış şöyle biraz düzgün binalar gelirdi. Bugün devletin yaptıkları biraz kötü kalıyor, özel firmaların yaptıkları yerler daha iyi oluyor. Anadolu'nun uzak şehirlerinde bile. Yani otel kalitesinden tutalım da dükkan kalitesine kadar. Veya giyim kuşam, şu bu.. Yani her bakımdan böyle bir Türkiye'de tabana yayılmış bir kalite artışı var, yani bunu görmemek mümkün değil. Yani böyle bir iki tane teftiş fırçası gibi iki tane bina yapalım, önüne heykel dikelim, biraz bir havuzun içinde kırmızı balık.. Böyle değil yani hadise. Şimdi yani gençlerin önünde örnekler de var, yani başarılı insanlar da var. Yani görgü nedir zaten bir şeyi görürsün. Şimdi burada bir mayalanma var. Ve Türkiye'nin birçok yerinde yapılan işler birçok gencin de gözünü açıyor. Bu sadece bir mektepte okumak meselesi de değil. Ayrıca şunu hepimiz biliyoruz, görüyoruz; gençliğin daha büyük bir kısmı okuyor, daha büyük bir kısmı üniversiteye gidiyor, yetişmiş iş gücü, evet kalitesi efendim bilmem ne, tutar tutmaz önemli değil, muhakkak ki daha çok kaliteli oluyorlar ve daha anlayışlı oluyorlar. Yani gerek demokratikleşme açısından gerek üretime katkıları açısından daha iyi bir insan kaynağına Türkiye bugün sahip geçmişe nazaran. Ve zaten ne yapacaksa da insanlar yapacak bunu. Galiba bu atın şaha kalkması binicinin ustalığından değil acemiliğinden olurmuş. Yani hızlı koşturun atları ama şaha kaldırmayın, onun resmi güzel de at gidemiyor o zaman.
Deniz Gökçe: Bir de belki üniversitelerle ilgili bir şey de söylemek lazım, ben de bir cümle ekleyeyim. Hakikaten üniversitelerin Anadolu'daki kentlerde olması, o kentlerde gayet açık şekilde gözüken bir canlılık, bir değişim yani üniversite bir değişim moturu haline geliyor bir sürü yerde. Ve malesef biz de İstanbul'da oturduğumuz yerden bunu bilmiyoruz. Ancak bu program sayesinde ben kendi ülkemi, üniversiteleri ve gençleri daha iyi tanıma fırsatını buldum. Hakikaten üniversitenin de topluma müthiş bir katkısı var. Üniversitelerin gençllere katkısı var, gençlerin de topluma bir katkısı var. Bu çok önemli diye de düşünüyorum. Yani şu 3-5 senedir programı yapıyoruz, ne gördün sen farklı olarak deseniz, belki benim açımdan bunu söylemem lazım.
Asaf Savaş Akat: Ben de katılıyorum. Bir uyarı yapacağım, yani önemli bir uyarı olduğunu düşünüyorum. Yani bu neslin hakikaten sizin neslinizin Türkiye'yi bir yere taşıması için bir hatayı yapmamanız lazım. Asla enflasyona izin vermeyin. Bak bunu unutmayın. Siz başarısız olursanız bir tek sebebi olur; enflasyon. Tekrar enflasyona izin verirseniz sizin nesil hiç şah mah onlar hikaye. Aynen son dönemdeki gibi olur. Bir tek şey burada önemli olan enflasyon.
Deniz Gökçe: Onur Özer'in sorusunu alıyoruz şimdi de..
Onur Özer (Bankacılık ve Sigortacılık Yüksek Okulu Sermaye Piyasası 4. sınıf öğrencisi): Endişem şu; 2004 Aralık'ında müzakere tarihi alamayacağımızı varsayarak ki bu 14 Kasım Kıbrıs seçimleriyle de birazcık yön bulacak. Makro ekonomik dengeler hakkında neler öngörüyorsunuz?
Asaf Savaş Akat: Yani şimdi tabi düşünmek lazım bunu. Hiç şüphesiz yani Türkiye'nin demin de anlattık, Avrupa Birliği çok önemli bir ticaret ortağı. Avrupa Birliği'yle bizim ekonomik ilişkilerimizin, siyasi ilişkilerimizin bozulması ekonomik ilişkilerimizin de üstünde bir soru işareti yaratır. Bu da Türkiye ekonomisini olumsuz etkiler. Ne anlamda olumsuz etkiler? Yani şimdi Türkiye Avrupa'ya üye olmayacaksa mesela Türkiye'de Avrupa için üretim yapmak üzere bir büyük tesis kurmak isteyen insan düşünecektir; acaba ben tesisi Türkiye'ye mi kurayım, yoksa Avrupa üyeliği kesinleşmiş diyelim ki Romanya'ya mı kurayım diye bir tercih.. Halbuki Türkiye üye olsa rahatlıkla buraya... Fakat bizim çoğumuzun aklına gelen şey böyle bir siyasi olay olduğunda ekonomide kısa vadeli çalkantı olması. Bir de işin o kısmından biz korkuyoruz. Bence o kısmı artık eskisi kadar önemli değil. Yani Türkiye ekonomisi o kırılganlığını yavaş yavaş terketmeye başladı. Bunun gerisinde de sıkı para politikası ve sıkı maliye politikası uygulanması yatıyor. Şimdi eğer bütçe giderek dengeye doğru gidiyorsa, yani yaratılan faiz dışı fazla faizlerin de düşmesiyle kamunun bütün reel faizlerini ödemisine imkan verecek hale gidiyorsa, enflasyon düşmüşse dalgalı kur belli bir istikrara kavuşmuşsa o zaman bu tip siyasi olaylar artık siyasi çalkantıya neden olmaz. Yani kısa vadeli 2004'te böyle olduğunda ben büyük bir kısa vadeli çalkantı olacağını sanmıyorum. Ama Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle ilişkisinin bozulması uzun vadede yani 2004'ten sonraki 2005-2015 arasındaki Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızına olumsuz etki yapabilir. Ama biz mali disipline sahip çıkarsak gene çalkantı olmaz.
Deniz Gökçe: Peki, Sevgi Mazıcı'nın sorusunu alıyoruz.
Sevgi Mazıcı (Bankacılık Sigortacılık Yüksek Okulu Bankacılık Bölümü 3. sınıf öğrencisi): BDDK'da sıklıkla meydana gelen yapısal bireysel değişmelerle birlikte bankacılığın yeniden yapılandırılması çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce yeterince bir başarı sağlanabilecek mi? Ayrıca oluşabilecek krizlere karşı artık bankalar ne kadar dayanıklı?
Ege Cansen: Şimdi BDDK'da olan değişiklikler yani bankacılık nereye gidiyorla çok ilgili değil bence. Yani olmalı mı olmamalı mı, giden mi iyidir gelen mi iyidir. Bu ikinci derecede bir olay, ona çok fazla bir şey söyleyemem yani. İşte Temizel gitti Akçakoca geldi, o gitti Bilgin geldi. Yani tabi bağımsız olması lazımdır falan, onun dışında. Ama bizim bankacılıkla ilgili en önemli sorunumuz bankacılıkla sanayiciliğin içiçe olmasıdır. Bu kesinlikle bir çıkar çelişkisidir. Yapısal bozukluk buradadır. Eğer sanayicinin paraya ihtiyacı varsa bir bankadan kredi almalıdır, kendi bankasından değil. Veya tahvil çıkarsın veya hisse senedi satsın. Şimdi kendi bankam dediği zaman her şey bozuluyor, her şey bozuluyor. Şimdi esas Türk bankacılığının önündeki en büyük sınav bu. Şimdi bunu hemen değiştirmek de kolay değil. Gelmiş bir yapı var. Ama benim burada teklifim şudur; hedef konulsun, oraya doğru gidelim. Ben yani bunu söylediğim zaman bankacılıkla sanayi birbirinden ayrılsın diyorum, yıllardan beri bu tezi savunuyorum. Zaten bütün dünyada da yani bu istikamete gidiyor. Gidenler gitmişti gitmeyenler de gidiyorlar. En son Deucshebank'ın işte o gözetim kurumu başkanının da, o da dedi, Almanya'da da, hep Alman örneği verilir, adam aynen kullandı; bu bir çıkaş çelişkisidir. Ve bu kötüdür dedi, biz bunu bitirmeye çalışıyoruz. Biz şuna bir azmetsek, yani oraya bakalım. Yoksa BDD'ya kim gelmiş kim gitmiş konusunda.. İlkiye doğru tespit edelim.
Deniz Gökçe: Peki, Kıvanç Dönmez'in sorusu...
Kıvanç Dönmez (İktisat 2. sınıf öğrencisi): Kıbrıs sorununun siyasi istikrara etki etmesi iç piyasadaki olumlu havanın dağılmasına ne derecede etki eder?
Asaf Savaş Akat: Evet yani dolaylı olarak bu soruya da cevap verdim. Dediğim gibi yani eğer maliye politikanız gevşekse, para politikanız gevşekse siyasi çalkantılar hakikaten siyasi olaylar büyük çalkantılara neden olabilir sorunlarınız vara ya da işte sabit kur, kur garantiniz varsa. Yani sistemde birtakım sorunlar varsa. Şimdi bu sorunlar Türkiye'yi aştıkça bu tip siyasi olayların etkisi azalır. Nitekim işte bu sene değil mi Mart ayında bir tezkere olayı oldu, ardından bir savaş olayı oldu, dolar 10 bin lira, 20 bin lira çıktı. Daha yeni fevkalade üzücü bir olay, bombalar oldu. Ekonominin kırılganlığı az olduğu için şöyle bir kıpırdar gibi oldu tekrar toparlandı. Aynı şey burada da söz konusudur. Eğer mevcut istikrar politikaları yani disiplinli bütçe politikası, sıkı para politikası, bunlar uygulanırsa fazla bir etki olmaz. Türkiye'nin bütün bunları ama uzun dönemde şeyini etkiler, yani ikisini ayırt etmek lazım; çalkantı olması başka uzun dönemli büyüme hızı başka. Olumsuz olaylar uzun dönemde büyüme hızını etkiler ama kısa dönemde çalkantı olmaz. Yani unutmayın, bir sürü ülke mali piyasalarda çalkantı olmadan ve faizler kur filan fazla oynamadan baya resesyona girebiliyor yani değil mi. Örnek çok.
Ege Cansen: Ben buraya sadece bir saptama yapmak istiyorum. Bu Kıbrıs konusu gelen sualle sanki gerisinde şöyle bir mesaj mı var diye düşünüyorum, yani özür dilerim belki siz bunu böyle demediniz ama yani şu işten kurtulalım, işte ne diyorlarsa yapalım da aman işte iktisadi durumumuz bozulmasın. Yani bir ülke de böyle bir kompleks içinde hareket edemez. Yani bütün hedefler de aman iktisat çalkalanmasın diye işte...
Asaf Savaş Akat: Biliyorsun ben ver kurtulcuyum ama mesela ekonomiyi de etkilemez diyorum. Yani benim gibiler de var.
Ege Cansen: Yani etkilerse verelim, etkilemezse vermeyelim gibi değil.
Asaf Savaş Akat: Etkilemezse de verelim.
Ege Cansen: Bir ülkenin başka hedefleri de vardır ve uzun vadede onlar da geçerlidir.Onlar da ekonomiye tesir eder. Yani çok da ona kafayı takmayalım, yani ekonomi için kötü olur, kararımız neyse onu uygulayalım. Şimdi sen bana Kuvayi Milliyeci falan diyeceksin ama...
Asaf Savaş Akat: Demeyeceğim, sen kendin diyorsun zaten.
Ege Cansen: Yani ben biliyorum, senin bakışından anlıyorum.
Deniz Gökçe: Gördüğünüz gibi çok iyi anlaşıyorlar bu konuda. Şimdi de Nihat'ın sorusunu alıyoruz.
Nihat: Ben geçen gün bir gazetenin ekonomi sayfasında 2004 yılıyla ilgili riskleri okudum. Bunlardan bir ihalkın gelir düzeyindeki kısmi iyileşmenin 2004'te tüketimi artıracağı ve dolayısıyla enflasyonun tekrardan yükselişe geçebileceğiyle ilgiliydi. Bunun gerçekleşeceğine inanıyorsanız alınabilecek önlemler neler olabilir?
Ege Cansen: Evet, böyle bir endişe var. Yani iç talep canlanırsa enflasyon yükselir diye. Kısmen de doğru. Ama bir açıdan da yanlış. Eğer bu gelir artışı reel bir üretimden geliyorsa, yani daha fazla ihracat yapıp döviz kazanacağız, ithalat yapacağız, zenginleşeceksek bu fiyat artışı değil zenginleşme olur. Yani yapay bir gelir transferi yaratılmaya çalışılırsa devlet eliyle, hükümet eliyle, o kabil bir gelir şırınga edilmesi yoluyla talep uyarılmaya çalışırsa burada bir enflasyon şeyi olabilir.
Deniz Gökçe: Bu açıdan bakıldığında mahalli seçim neden olabilir mi?
Ege Cansen: Olabilir tabi ama işte Asaf da onu söyledi, kolay kolay bu tuzağa düşmüyor şimdi hükümet. Yani hiçbir şey yapmıyor diyemeyiz belki ama yani o tuzağa da yani onun farkındalar.
Asaf Savaş Akat: Yani hatanın bedelini hemen kendilerinin ödeyeceğinin farkındalar.
Deniz Gökçe: S. Can'ın sorusunu alıyoruz.
S. Can (Bankacılık ve Sigortacılık Yüksek Okulu Sermaye Piyasası 4. sınıf öğrencisi): Euro niye bu kadar kuvvetleniyor? Buradaki neden Avrupa Birliği'nin güçlenmesi mi?
Asaf Savaş Akat: Yani şimdi bunu bana sık sık soruyorlar. Birincisi her gün 1 trilyon dolardan fazla iş hacmi olan bir piyasa. Şimdi böyle bir piyasayı doğru analiz etmek, doğru tahmin etmek de çok kolay değil. Şimdi ben şöyle bir örnek vereyim. 1995 yılında bizim Gümrük Birliği'ne girmemizden önceki yıl dolar mark paritesini euroya çevirdiğimiz zaman 1.36'ydı biliyor musunuz. Yani aslında euro yükselmiyor ki. Euro zaten eskiden yüksekti. Sonra düştü. Şimdi tekrar eski yerine geliyor. Böyle bunu salıncak diye görmek lazım, 1.36'ya çıkıyor, bir 80'e düşüyor, sonra tekrar çıkıyor, sonra tekrar düşüyor diye görülebilir. Şu anda euro yükselmiyor zaten, şu anda dolar düşüyor. Yani şu andaki olayı belirleyen Amerika'nın dış açığının uzun süredir Avrupalılar dahil finanse edilmesi, şimdi ise Avrupalılar dahil birtakım insanlar özellikle Avrupalılar'ın bu dış açıkla ilgili tereddütlerinin oluşması. Dolayısıyla Amerika'nın dış açığından dolayı, doların düşüşünün bir sonucu olarak euro yükseliyor. Onun da geri planında şu var; aslında Çin parasının yükselmesi lazım. Çin parası yükselmeyince euro yükseliyor.
Deniz Gökçe: Programımızın sonuna geldik, iyi akşamlar, tekrar Göztepe'ye Marmara Üniversitesi'ne gelmek ümidiyle...
Deniz Gökçe: İyi akşamlar. Bir Ekodiyalog programında daha beraberiz. 2003 yılının son programı. 2004'e bakışla ilgili konuşacağız. 2003 tuhaf bir yıldı.
Ege Cansen: Neden? Mesela..
Deniz Gökçe: Biliyorsunuz rap, siyahilerin müziği. En büyük rap sanatçısı bir beyaz.
Ege Cansen: Pardon, bu rap dediğin ne oluyor?
Deniz Gökçe: Anlatırım sonra sana.
Deniz Gökçe: Golf, beyazların oyunu. En büyük golf oyuncusu bir zenci.
Asaf Savaş Akat: Zengi değil, Hintli...
Deniz Gökçe: Hintli de değil, karışık. Amerika kupası yat yarışını hiç denizle alakası olmayan İsviçreliler kazandı. Tuhaf bir yıl. İki dünya savaşı çıkarmış Almanlar, barış taraftarı. Genelde ukala ve züppe sayılan Fransızlar, Amerikalıları ukala olmakla itham ediyor. Böyle bir şeyle normal bir sene mi diyeceğiz? Ve Türkiye'de devlet, bütçeyi sıkı tutuyor, para politikasını sıkı tutuyor. Enflasyonu da düşürüyoruz galiba. Şimdi bu normal bir Türk yılı mı, yani?
Asaf Savaş Akat: Ama ben, sen, evlendiğini söyleyeceksin diye bekliyorum.
Ege Cansen: Ben de yani, enteresan bir şey çıkacak diye... Kaç kilo verdin?
Asaf Savaş Akat: Ne alakası var konumuzla, allah aşkına...
Ege Cansen: Enflasyon düşürüyormuş filan. Evet, kaç kilo verdin?
Deniz Gökçe: 15...
Ege Cansen: Tekrar aldıklarını düşürüyor musun?
Deniz Gökçe: Almıyorum ki...
Ege Cansen: Genellikle düşmekten almakla beraber gider onlar...
Deniz Gökçe: Hiç böyle bir şey, aslanlar gibiyim. 109 kilodan 94'e düşmüş durumdayız. 85'e kadar gideceğim. O jeneriği değiştirmek zorunda kalacaklar.
Asaf Savaş Akat: Fakat, bu sohbeti bozdu. Çünkü eskiden bir şey olduğunda Deniz'de volüm diyorduk. Şimdi valla volüm kalmadı.
Ege Cansen: Ama yine de var.
Asaf Savaş Akat: Ama yani, metreküp hesabı çok düştü.
Ege Cansen: Yani, 0.1 tondan fazlaydı. Şimdi, bu dolar gibi düşüyor böyle.
Asaf Savaş Akat: Dolar düştüğünde sen kaybediyorsun, o kaybetmiyor mu?
Deniz Gökçe: Asaf, benim yanımda zayıf gözükebilmek için saçlarını kestirdiğini söylüyorlar. Doğru mu?
Asaf Savaş Akat: Evet. Yeni saçlarıma dikkatinizi çekerim.
Ege Cansen: Çok güzel oldu.
Deniz Gökçe: Asaf, sen dijital bir iktisatçı olarak... Bu ismi Ege taktı sana. Rakamlara bağlamaya çalışıyorsun ya... Dijital bir iktisatçı olarak 2004'e girerken, nerede duruyoruz?
Ege Cansen: Kendinle iftihar ediyor musun, bu sene?
Asaf Savaş Akat: A, kesin. Bence, Ekodiyalog ve ben... Türkiye ekonomisinde bu yıl yaşanan düzelmenin önemli bir bölümünü Ekodiyalog'a borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Yani, Ekodiyalog olmasaydı, bu rakamlar bu kadar iyi gelmezdi.
Ege Cansen: Eh, yani...
Asaf Savaş Akat: Şimdi çok net bir durum var. Yılbaşındaki beklentilerle yıl sonunda gerçekleştirmeyi karşılaştırdığımızda bu yıl ekonominin yılbaşında insanların, piyasaların, analistlerin, iktisatçıların, ne dersek diyelim, beklendiklerinden her anlama daha iyi performans gösterdiğini söylemek zorundayız. Yayınladığım şey var. Mesela yılbaşında... Merkez Bankası anket yapıyor. Elimizde beklenti anketlerinden gelen veriler var. Merkez Bankası anketinde...
Ege Cansen: Kime soruyor Merkez Bankası?
Asaf Savaş Akat: 100 küsur kişiye soruyor. Bunlar genellikle mali sektörde, araştırma kuruluşları...
Deniz Gökçe: Yani, sürekli olarak ekonomik analiz ve tahmin yapan kişiler.
Asaf Savaş Akat: Dolayısıyla neden bahsettiğini bilen kişiler diyebileceğimiz bir kitle.
Deniz Gökçe: Yani aralarında hiç kuvai'ci yok.
Asaf Savaş Akat: Kuvaıcı olsa bile, azınlıkta kalıyor artık.
Ege Cansen: Ben yokum zaten.
Asaf Savaş Akat: Sen, malum, reel ekonomistsin. Ocak başında bu yıl için enflasyon beklentisi TÜFE için yüzde 25... Yıl sonunda bu 19'un altında çıkacak. Yıl sonu için birleşik faiz beklentisi...
Ege Cansen: Peki, Asaf Savaş ne demiş?
Asaf Savaş Akat: Mahçubiyet yaparım. Ben, ocak ayında 19 demişim. Herkes ona biraz şey yapmış yani...
Ege Cansen: 19 demişsin ve 18 çıkıyor.
Asaf Savaş Akat: 18.5 filan çıkıyor. Fena değil yani.
Ege Cansen: Fena değil. Zaten böyle bir şeyde yüzde 100 tuttu denir. Bunun böyle yarım ölçümü yoktur yani...
Asaf Savaş Akat: Ege, ne güzel anlatıyorsun.
Ege Cansen: Tabi yani nokta tahmini olmaz ki.
Asaf Savaş Akat: Faizler, hazine borçlanma faizi, yüzde 40 bekleniyor. 39.5 bekleniyor. Şu andaki durum 26..
Ege Cansen: Sen ne beklemişsin.
Asaf Savaş Akat: Ben 35 bekliyorum, yılbaşında... Şu anda 26...
Ege Cansen: Bu en son gelinen nokta mı?
Asaf Savaş Akat: Şu anda bu dünkü tarih itibariyle... Bir günde de bu yüzde 25'e düşmez.
Ege Cansen: Seni zihnime yerleştirmek için soruyorum. Yılbaşında bu 100 kişiye diyorlar ki...
Asaf Savaş Akat: Sene sonunda 2003 yılını...
Ege Cansen: En son ihaleler, kaçtan gider diyorlar... Onlar da 45 diyorlar.
Asaf Savaş Akat: Yok, 39.5 diyorlar. Ben 35 diyorum. Fiilen, şu anda en son göstergeye baktım. 26.2
Ege Cansen: Bunda tutturamamışsın.
Asaf Savaş Akat: Onlardan iyimserim ama tutturamamışım.
Deniz Gökçe: Sen bile tutturamamışsın.
Asaf Savaş Akat: Merkez Bankası kotasyon....
Ege Cansen: Merkez Bankası kotasyonu ne demek bu?
Asaf Savaş Akat: Merkez Bankası'nın bir gecelik borçlanma faizi. Kaç paradan alırım kaç paradan veririm. Türkiye'de Merkez Bankası'nın para alma faizi kotasyon diye şey yapıyor. Çünkü Merkez Bankası şu aralar hep para alıyor, yani hep borçlanıyor. 34.1 diyor, ben 34 diyorum, fiili rakam 26. Tutmuyor ama sonuç daha iyi.
Ege Cansen: İyi iyi de yani tahmin hatası var.
Asaf Savaş Akat: Tabi tabi. Yani onu söylemeye çalışıyorum. Yani buradaki esas anlatmaya çalıştığım sonuç tahmin edilenden daha iyi.
Deniz Gökçe: İyimser tahminlerden de daha iyi.
Asaf Savaş Akat: En iyimser ben kalıyorum ama benden derin bekleyenler de daha iyi çıkıyor. GSMH büyüme hızı 4.2 deniyor Ocak'ta, ben 5 diyorum. Bu sene herhalde 5.5 civarında olacak, 5.4 gibi bir yerde olacak. Dolar kuru yıl sonu dolar kuru Ocak başında piyasa 2 milyon 71 bin demiş. Ben 1850 demişim. Bugün 1395'i gördü herhalde 1400'den kapayacak. Orada da sonuç tahminlerden daha mı iyi daha mı kötü bilmiyorum yani daha aşağıda bir yerde bitiyor. Cari dengede piyasa 2 milyar açık demiş. Ben 500 milyon fazla verir demişim, şimdi 5.5 milyar açık gibi... Son Merkez Bankası anketine baktım biraz, biraz da kendi hesaplarıma baktım öyle bir rakam koydum yani.
Deniz Gökçe: Ama orada 10 milyar dolar diyenler vardı, sen 4-4.5 gibi bir şey diyordun, 5.5 gibi bir yerde duracağı düşünülüyor...
Asaf Savaş Akat: Benim tahminim mesela burada çok önemli, bu şeyde işte bildiğimiz o metodolojik hata var, ben hemen döndüm baktım, sıfır net hata noksan, 500 milyon artı demişim. Yani Merkez Bankası'nın net hata noksanını sıfırlayıp yukarıya taşıyacağını varsaymışım. Gelir diye sokacak varsayımını yapmışım, o tabi benim tahminimi fena halde bozmuş.
Deniz Gökçe: Dikkat edersen Ege bu konularda spesifik tahmin yapmıyor. Hep senin tahminlerini vitrine koymanı istiyor ki yanılan sen olasın diye. Ege sen bu kurların aşırı değerliliği nedeniyle cari dengenin başımıza çok büyük felaket açacağını söylemiştin. Şunun hesabını bir ver bakalım... Bu arada bir kur aşırı değerli, bu konuda senin görüşlerin vardı. Ver bakalım patron şu hesabı...
Ege Cansen: Ben hem 2003'ü değerlendirecem ama önemli bir kısmını önce söyleyeyim de diğer kısmını... 2003'ün en büyük özelliği Türk ekonomisinde yani ne oldu da nasıl oldu da bu iyi sonuçları....doların düşmesi artı dünya çapında faizlerin düşmesi. Yani burada elde edilen sonuçlardan hiç kimse kendine fazla pay çıkarmasın.
Deniz Gökçe: Elimi kaldırabilir miyim...
Ege Cansen: Efendim kaldırabilirsin..
Deniz Gökçe: Ben katılmıyorum.
Ege Cansen: Sen sonuna kadar katılma.
Asaf Savaş Akat: Niye sinir ediyorsun adamı..
Deniz Gökçe: Kızıyor galiba.
Ege Cansen: Hemen bana herkes inanacakmış bilmem de ne, merak etme, inanan inanır inanmayan inanmıyor zaten.
Deniz Gökçe: Ege kızma Allah aşkına yahu..
Ege Cansen: Bu sene sağlanan iyileşmeyi doların düşüşüne ve dünyada faizlerin düşüşüne borçluyuz. Niye iyileşebilirdi ama böyle iyileşemezdi. Gerek bizim borçlarımızın çevrilmesini kolaylaştırdı, yükünün azalması, ana paradan yaptığımız kazançlar, Türk toplumunun dövizinde tuttuğu yurt içi mevduatlarla devleti finanse ettiği, oradan verdiği destekler, yani bir tahlil edersem aşağı yukarı yüzde 55 civarında kamunun borcu dövizde. Bunun da yarıdan fazlası dolarda. Sadece dolar da düştü değil, bütün döviz fiyatları da geri kaldı. Yani...vermesine rağmen euro bugün hala 1750'lerde.. O bile çok ucuz. Şimdi bu iyileşme içinde bunun etkisi çok büyük. Ben hükümetin hani bütçede de faiz dışında dahi şey gitti, tam eksi mi, sıfır mı artı mı çok iyi bilemiyorum. Çünkü bazen bir tabloya.. Ama her halükarda faiz dışı harcamaları da frenledi. Yatırımlarında fren var hükümetin yani mali politikasında.
Deniz Gökçe: Cari giderlerde fren var.
Ege Cansen: Zaten faiz dışı cari harcama diyorum ben.
Deniz Gökçe: Onların içinde personel cari giderler ve yatırım var. Yatırım ve cari giderlerde yani işletme gideri gibi olan şeylerde hedefin yüzde 50'si civarında. Öyle...
Ege Cansen: Hayır değil. Cari harcamalarda aşağı yukarı bütçelediği rakamda.
Deniz Gökçe: Ege kelimeleri farklı kullanıyoruz. Giderlerin içinde personel senin işletme gideri dediğin benim ona diğer cari dediğim kalemler var ve bir de transferler var ve yatırımlar var. Yatırımlar ve diğer cari denen yani senin işletme gideri dediğin şeylerde hedefin yüzde 50-60'ı durumunda.
Asaf Savaş Akat: Çok büyük kısıntı yaptılar.
Deniz Gökçe: Çok büyük. Yani aşağı yukarı 3'er 5'er katrilyon...
Asaf Savaş Akat: Ama transferler de şişti. O tabi faiz dışı harcamaların toplamında daralma olmasını sağladı.
Ege Cansen: Benim söylemek istediğim şudur; devlet de mali politikasını sıktı, haklarını yemeyeyim diyorum. Yani orada bir gevşek anlamı.. Ama onun içinde dahi faizlerin doların düşmesinin etkisi var diyorum. Orada da akaryakıt fiyatları şu bu birçok şey dolayısıyla devletin harcamalarını düşmüştür, onun içinde de, o frenin içinde de yine bu dövizin düşmesinin çok önemli katkısı olduğuna inanıyorum ben. Şimdi bunun önemi nerede? Eğer dolarda tekrar bir yükselme başlarsa, ki pek ufukta gözükmüyor, o nu söyleyeyim, dolar sürünmeye devam edecek, faizlerde tekrar bir....yani faizler derken dolar, euro falan, dünyadaki faiz seviyelerinde ki o da hemen çok gözükmüyor ama gelecek yani, bu kadar düşük faizlerle gitmez, yani tamamen...bir miktar bozulabilir bu rakamlar. Benim söyleyeceğim şu bu arada; bundan dolayı çok da telaşlanmayalım. Yani nerede hata yaptık falan gibisinden döviz, yani doların yükselmesine, döviz fiyatları yükselmesine, faizlerin yükselmesine bir miktar bozulma gelebilir. Şimdi bir değerlendirme yapayım ben 2003'le ilgili olarak. Şimdi ODTÜ yani benim işte ilk okuduğum okul diyelim, şimdi o okulun iktisat bölümünü Roterdam İktisat Enstitüsü bir nevi...hep oradan hocalar gelir giderdi. Şimdi o zamanlar gayet net bir şekilde zihnimde kalan bir şey vardı yani ekonomi politikası hedefler nelerdir diye. Beş tane yeter, altı ve beş hedeften bahsederlerdi. Altıncıyı da söyleyeceğim.. Birincisi büyüme, ikincisi fiyat istikrarı, üçüncüsü gelir dağılımı, dördüncüsü döviz dengesi, beşincisi milli gelir dağılım düzelmesi. Bir de altıncı üzerinde dururlardı ki onlar sol iktisatçı olmalarına rağmen serbest pazar ekonomisi ve demokrasinin kurumsallaşması. Bu da hedeflerden biridir diye de bunu da vurgularlardı. Şimdi ben oturdum bu değerlemeyi de hatta yarınki Hürriyet'te de bu konuda bir yazı yazdım. Altıncıda dahi ben 2003'te iyi şeyler olduğunu gördüm. Yani zaten bu ilk beş tanesinde rakamsal, yani büyümeyi, fiyat istikrarını, yani enflasyonun... Gelir dağılımında bile iyileşme ufak tefek gözüktü...
Deniz Gökçe: Ege şimdi sen iyileşmenin büyük kısmını yurt dışındaki faktörler, kur, dışarıda faize bağlı olduğunu söylüyorsun. Başbakan ise kendi yaptıkları şeylerin sonucu olarak iyileşmelerin olduğunu söyledi. Burada bir yorum gerekiyor. Diğer taraftan da benim aldığım bir hissiyat var. Bu konuşma gayet iyimser bir konuşma. Yıl başında olması gereken bir konuşma ama hafif hafif mahalli seçime doğru ısınma turları başlıyor. Ama bu ısınma turlarına giriyormuş gibi bir imaja rağmen diğer taraftan da popülizm yapmayacakları konusunda bir de söz verdi. Şimdi burada karşılıklı ayıklanması gereken faktörler var. Ne diyorsunuz? Sizin ikinize de Başbakan'ın konuşmasıyla ilgili görüşlerinizi soruyorum...
Ege Cansen: Şimdi açıkçası çok da beğenmedim Başbakan'ın konuşmasını. Demek ki başka bir şey bekliyormuşum, yani biraz daha değişik bir konuşma bekliyormuşum.
Deniz Gökçe: Neden beğenmedin?
Ege Cansen: Yani dinleyenleri biraz fazla çocuk muamelesi yaptı. Yani işte şöyle böyle gece gündüz çalışyoruz falan, böyle milat işte bir sene önce şu oldu, bilmem ne oldu.. Her şey çok iyi, çok çalışıyoruz, gecemizi gündüzümüze katıyoruz.. Biraz propaganda kısmı ağırdı. Şimdi bu popülizm lafına gelince ben popülizm yapmıyorum demek önemli değil. Hakikaten onu yapmamak lazım. Şimdi ben katiyen popülizme karşıyım deyip de bu saydıklarımın bir kısmı ileride birtakım bütçe açıklarına sebebiyet verirse yani şunu, ben o rakamları takip edemiyorum, yani yüzde 115 arttı, yüzde 128 arttı, şu kadar katrilyondu bu katrilyona çıktı. Sonunda onu ben ancak bütçe üzerinde görürsem gelir gider falan diye anlayacağım. Ben bunları böyle bu şekilde...
Deniz Gökçe: Kolluğumu takarım hesaplara bakarım diyorsun.
Ege Cansen: Evet bakarım ben, görmem lazım ne nereye gidiyormuş, onu ona verdik falan..
Asaf Savaş Akat: Ben katılıyorum ama Ege'ye, bu sayı görülür, kulaktan olmaz yani.
Ege Cansen: Kulaktan olmaz yani, gözümle görüp... Her neyse, ben tabi sonunda uyandım ki bu netice itibariyle bir...konuşmasıdır. Yani tabiki toplumun kendine güvenmesi lazım. Kendisini yönetenlere güvenmesi lazım. Ben istersen şöyle bir şey söyleyeyim; ben Tayyip Erdoğan'ın önemine aslında müdrikim, yani Tayyip Erdoğan önemli bir insan. Yani sadece Türkiye'nin bugün Başbakan olduğu için değil yani birisi bir başbakan olacaktı, müthiş bir desteği var değil mi son yoklamalar da desteğinin arttığını gösteriyor. Bir ülkenin yönetilebilir olması ve o üklenin başında o ülke halkının büyük çoğunluğunun desteklediği bir liderin bulunması o ülke için iyidir.
Deniz Gökçe: Peki Asaf'a dönelim.. Sen ne diyorsun Asaf?
Asaf Savaş Akat: Ege'nin söylediklerine katılıyorum. Şimdi bu tip yani bir yerde bu tip yılbaşı konuşmalarından fazla da bir şey beklememek lazım tabi. Başbakan haklı olarak biz geldik, yani şimdi ne diyecek Başbakan çıkacak yılbaşında.. Biz geldik her şey kötüye gitti demesi herhalde söz konusu değil zaten. Yani kötüye bile gitse iyiye gitti diyecek. Kaldı ki iyiye gidiyor. Biz geldik, bizim sayemizde her şey iyiye gitti diyor. Normaldir bu. Bu önümüzdeki yıl daha da iyiye gidecek diyor. Şeyi ben biraz yadırgıyorum, yani arada bunu konuştuk, yani bu bana biraz eski üslup gibi geliyor. Falan yere de köprü yapacağım, oraya da çeşme yapacağım şeklinde yani projeler daha kırsal bir...
Deniz Gökçe: Mesela tüp geçit projesi mesela..
Asaf Savaş Akat: Yani o işte tüp geçit projesi işte falan şeyde eskiden bir katrilyondu şimdi iki katrilyon veriyoruz oraya filan.. Eskiden daha böyle bir tarım toplumuyken Türkiye'de yani tarım ağırlıklıyken 60'larda 70'lerde...
Deniz Gökçe: Hadi söyle açık açık yahu, Süleyman Bey dönemindeki..
Asaf Savaş Akat: Evet, biraz Süleyman Bey üslubu. Halbuki Türkiye'nin şimdi kentsel bir artık medeniyet, nüfusun çoğunluğu büyük kentlerde yaşıyor. Dolayısıyla biraz daha bu üslubun yerine daha genel çizgileri çizen, genel oryantasyonu veren.. Yani şimdi onu düşünelim bir an için, Amerikan Cumhurbaşkanı ulusa seslenişte S.Francisco'ya yeni köprü yapıyoruz, ondan sonra New York - New Jersey arasındaki oto yolu büyütüyoruz gibi şeyler ya da İngiliz Başbakanı bilmem nerede... Yani onlar biraz biraz eski yanu bu popülizmin açıkça reddedilmesi iyi birşey. Ama söylemin kendisinde, yeni söylediği o demin zaten, açıkça reddediyor, ben bunu çok olumlu buluyorum yani sembolik olarak, çünkü Başbakan çıkıyor biz popülist olmayacağız diyor, bu iyi. Ama öbür taraftan da daha ziyade böyle popülistlerin sevdiği türden bir program şey yapılıyor, yani benim eleştirim o olurdu. Yoksa ben Ege'ye katılıyorum. Tayyip Erdoğan önemli bir liderdir, sadece Türkiye'nin bugünü açısından değil eğer başarılı bir, Ege demin çok önemli bir şey söyledi, dedi ki ben bir altıncı madde koyuyorum, bir de demokratikleşme var dedi. Şimdi onu ben de yazdım, yani bence Türkiye 2003 yılında çok önemli bir demokratikleşme sınavı geçirmiştir. Yani majestelerinin iktidarıyla muhalefetin yer değiştirmesi değildi bu seçim sonucundaki iktidar değişimi. Bu seçim sonucunda sistem dışında kalan bir parti iktidara gelmiştir ve bu barış içinde gerçekleşmiştir, fevkalade önemlidir, bir tezkere olayı vardır. Yani tezkere olayı olağanüstü bir sınavdır, bir demokrasi sınavıdır. Severiz sevmeyiz sonucu ayrı bir şey ama müthiş bir demokrasi sınavıdır. Toplum istememiştir, parlamento ona şöyel ya da böyle şans eseri dahi olsa uymuştur. Yani öyle baktığımızda Tayyip Erdoğan önemli bir lider ve bu duruşu da iyi bir duruş ekonomi açısından diye düşünüyorum. Değil mi Ege, katılırsın.. Şu andaki duruşu iyi bir duruş.... Bu arada 2003'le ilgili şeyi de unutmaylaım yani, en çok seyredilen ekonomi programı Ekodiyalog oldu. Yani ekonominin bu tarafına da dikkati çekmek istiyorum.
Deniz Gökçe: Peki Ege, sen 2003'le ilgili son bir şeyler söyleyecektin, biraz seni sıkıştırmaya çalışıyordum. Döviz kurları aşı değerli, cari denge etkilenir dedin ama cari denge rakamları beklenenden biraz daha iyi çıkacak galiba. Ne oluyor bu ihracata?
Ege Cansen: Bir defa bazı şeyler bir süre devam edebilir ama nereye kadar devam eder, yani ilelebet devam eder mi, o daima bir sorudur. Yani sıçrarsın havada kalamazsın.
Deniz Gökçe: Şey gibi mi, yani bütün insanlar ölünceye kadar sağdırlar.
Ege Cansen: Öyle değil de ekonomide bir sürdürülebilir...
Deniz Gökçe: Tuzak açıyorum düşmüyor farkındasın değil mi..
Ege Cansen: Yani acaba bu kadar değerli kurla bunu sürdürebilir miyiz, yoksa bir geri dönüş olur mu, bizim ekonomiden...dünyadaki paritelerden bahsetmiyorum. Buna rağmen yine de 2003 senesini bir defa ben tabi bir defa daha düşünüyorum. Yani bu kadar derlemeye karşın nasıl oldu da yine ihracat bu kadar başarılı gitti. Şunun üzirende de fazla durmuyorum onu söyleyeyim; işte bir miktar hayaliler artmış falan filan. Onlar her zaman var, ben onları bir tarafa koyuyorum. Yani o bunu izah etmez. İki tanesebebi var bence bunun. Bir tanesi ki bunu birkaç defa söyledik ama bir daha söyleyeceğim, şimdi kurun herhangi bir seviyede olması başka birşey, kurun düşmesi başka bir hadise. Masrafları herhangi bir seviyede olabilir. Yine de ihracat olabilir. Şimdi kurun herhangi bir seviyede olmasıyla düşmesi arasındaki fark ne? Şimdi şöyle şey yaratılıyor insanlarda, diyelim ki adam hammadde alıyor getiriyor. Dolar 1700'ken bunu ambarına koyuyor. Sonra ondan bir ürün yapıyor, malını satıyor. Dolar 1600'den adamın faturasının karşısına geliyor. Şimdi dolar 1700'ken aldığım mallarla 1600'den sattım ben bu işten zarar ettim diyor. 15 gün geçiyor, dolar 1500 oluyor ve ambarına daha ucuz malları getiriyor. Şimdi bu tüccar veya sanayici gerçekten zarar mı etti, etmedi mi.. Çünkü ikame maliyeti daha düşük. Şimdi bu düşme devam ettiği sürece o korkuların bir kısmını telafi etti kolayca. Şimdi burası bir defa önemli bir şey. Yani biz hep bunu kaçırdık, yani yakalandık tekrar yükselecek, öyle olmadı. Düşme devam ettiği sürece bir önceki kaybının o kadar da kayıp olmadığını anladı, çünkü ambarına yeni malları koybildi. Ama iş bununla bitmiyor. Şimdi maliyetin diğer unsurlarına girelim. Ciddi şekilde faizler düştü. Reel ücretlere geleceğim. Ama faizlerin üzerinde biraz durmak istiyorum ben. Geçmiş yıllarda sanayicimiz en çok neden şikayet ediyordu? Finansman maliyetinden şikayet ediyordu. Bu sene finansman maliyeti azaldı. Zaten gider gider bir şirketin hesapları sonunda karla faiz arasında sıkışır. Faiz büyükse karı küçülür, faiz küçlüürse karı büyür. İşte oradan bir avantaj o. Tabiki reel ücretler, artı enerji fiyatları aşağı yukarı 1 yıldır falan enerji fiyatları artmıyor. Aşağıya gidiyor.
Asaf Savaş Akat: Yani kur kadar aşağıya gitmedi ama aşağıya gitti.
Ege Cansen: Yani bunlar da şikayetçi. Şimdi demek ki bunun bu döviz düşmesi,yle, gerilemesiyle birlikte iyi şeyler de oluyor. Ha şöyle denebilir mi; ya hem onlar düşseydi hem de kur yüksek olsaydı daha iyi olmaz mıydı..
Asaf Savaş Akat: Olurdu da zor olurdu Ege.
Ege Cansen: Ama tekrar şunu söyleyeyim; tabiki eğer iç piyasayla birlikte, iç piyasada bir canlanma var, ona biraz da Asaf ona temas etsin. Bir hızlı iç piyasaya dönüş olursa ve içeriye pompalarsak fiyatları o önümüzdeki seneye bir problem yaratabilir.
Deniz Gökçe: Peki, vatandaşın büyük şikayetleri var Asaf. Vatandaş diyor ki bu rakamlar, makro rakamlar iyileşiyor ama bize aksetmedi diyor. Sen bu konuda ne diyorsun?
Asaf Savaş Akat: Şimdi yani bazı vatandaşlar için doğru olabilir. Ama yani bütün vatandaşlar için bunun aksetmediği doğru değil. Şimdi bakıyoruz geçen seneden bu seneye buzdolabı satışları yüzde 20, yüzde 30 artmış. Şimdi yani daha çok vatandaş buzdolabı almış, işte televizyon satışları yüzde bilmem kaç.. Otomobil satışları yüzde 130 artmış. Şimdi yani vatandaşın hali hiç iyileşmediyse peki bu otomobilleri kim aldı, bu araçları kim aldı, bu televizyonları kim alıyor, bu buzdolaplarını kim alıyor. Tekstile bakıyoruz, gömlek satışı artıyor, blue jean satışları..
Ege Cansen: Otomobille ilgili yeni bir şey söyleyeyim; her bir yeni araba satışı bizde 3 eski araba satışına aynı zamanda sebep oluyor. Çünkü alan arabasını satıyor, onu alan satıyor.. Mesela bazıda 6 bunun çarpanı. Yani şu kadar adet araba satılırsa ve onu bir de 3'le daha çarpacağız. İkinci el araba satışları da artıyor beraberinde.
Asaf Savaş Akat: Tabi. Ama yani bu sene 200 bin kişi nereden baksan yeni otomobil sahibi oldu yani öyle az bir rakam değil. Dolayısıyla şu doğru tabi; eşit olarak herkese yansımadı. Ama vatandaşa bu büyüme yansımıyor demek yanlış olur, tabiki vatandaşa yansıyor. İstihdama yansımadı tam anlamıyla. Yani istihdamda hala kıpırdama çok yavaş oldu. Halbuki geçen senelerde de işsizlik..şimdi yani o biriken işsizliği şey yapacak bir istihdam artışı şu ana kadar görülmedi. Yani vatandaşa yansıdı mı? Tüketim artıyor. Çok genel kategorilerde tüketim artıyor, dayanıklı tüketim mallarında özellikle görülüyor ama geri kalan bütün kategorilerde tüketim artıyor, demek ki vatandaş daha fazla tüketmeye başladı, demek ki yansıdı. Ama işsizlere mesela daha az yansıdı. Yani işsizlerin iş bulma imkanları...
Deniz Gökçe: Peki onlara ne zaman yansıyacak?
Asaf Savaş Akat: Onu herhalde önümüzdeki hafta tartışacağız. Yani bence gündemdeki önemli konu onunla ilgili tahminlerimiz var, ben mesela 2004'ün ikinci yarısı diyorum. Orada tabi bazı özel sorunlar da var. Mesela inşaat sanayinin özel sorunları var, inşaat sanayinde oluşacak arz fazlası var..
Ege Cansen: Bu sene çünkü inşaat hala geri.
Asaf Savaş Akat: İnşaat hala gerilemeye devam ediyor. Mesela öyle yani sektörel sorunlar da var.
Deniz Gökçe: Tarım konusu çok önemli.
Asaf Savaş Akat: Bu sene tarım kötü bir sene geçirdi.
Ege Cansen: İnşaat ve tarım kötü.
Deniz Gökçe: Yani inşaata yapısal bir sorun var çünkü kamu yatırımlarıyla ilgili..
Ege Cansen: Bir de normaldir yani inşaat zor devreye girer.
Asaf Savaş Akat: Yani inşaatı ayrıca konuşalım ama, inşaat üst üste böyle binmiş..
Deniz Gökçe: Peki sizden son birer evet hayır'lı cevap istiyorum sizden. 2004'ün 2003'ten ekonomik açıdan daha iyi bir yıl olacağı kanaatinde misiniz?
Ege Cansen: Evet.
Asaf Savaş Akat: Evet.
Deniz Gökçe: Efendim hepinize iyi bir yılbaşı keyfi diliyoruz. Önümüzdeki yılın da herkes için sağlıklı ve mutlu geçmesini diliyoruz. Ekonominin ne şekilde gideceği konusunda da gelecek hafta Afyon'daki Ekodiyalog programında bazı öngörüler yapacağız. Ama ikisinden de evet'i aldım, daha iyi bir 2004 bekliyoruz. İyi akşamlar diliyoruz efendim..
Asaf Savaş Akat: İyi akşamlar, değerli izleyiciler. Bugün farklı bir ortamdayız. İstanbul’dayız. Ama güzel bir yerdeyiz. TÜYAP’tayız. Ve İstanbul’un Rumeli yakasının, Avrupa yakasının bütün sanayicileriyle biraradayız. Avcılar sanayicileri, Beylikdüzü sanayicileri, Çatalca sanayicileri, Esenyurt sanayicileri, Hadımköy sanayicileri, Silivri sanayicileri, hepsi birarada İstanbul 3. Bölge sanayicilerini oluşturmuşlar. İstanbul 3. Bölge milletvekili bölgesi de... 26 milletvekili var. İki de bakan var. Burası bir memleket sayılır. Evet, onlarla beraber buradayız... İstanbul 3. Bölge Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonu’na teşekkür ediyoruz. Şimdi soru cevap kısmına geçmeden önce izin verirseniz, borç sayıları, kamu borcu sayıları yayınlandı, onunla ilgili birkaç kelime söylersen, Deniz, sorulara geçmeden...
Deniz Gökçe: Şimdi Türkiye, spora çok meraklı. En meraklı olduğumuz ulusal spor nedir? Futbol mu, güreş mi, basketbol mu, voleybol mu, at binmek mi?
Asaf Savaş Akat: Senin soruyu soruşundan anlıyorum ki, bunlar için de bir şey söylemem lazım ama ne söyleyeceğimi bulamadım.
Deniz Gökçe: Şimdi bizim en önemli sporlarımızdan tabi ki şikayet etmek... Çeşitli şikayetlerimiz vardır. Mesela büyüme rakamları sahte. Devlet istatistiğine inanmıyoruz. Devletin yayınladığı istatistikler yalan.. Zaten büyüme varsa, bize yansımıyor. İnsansız ekonomi programı olur mu? Yabancılar bizi soyuyor. Bunlar çeşitli yaptığımız şikayetler. Bunlar bir hastalık halinde bazıları için de... Hele bir tane yabancı uzman bulduk mu, bu hafta da o modaydı... Yabancı uzman büyüme rakamı 9 değil 6’dır filan gibi laflar söylemiş. Buna da çok mutlu olduk, bütün medyada yaygın bir şekilde. Geçmişte de en büyük şikayetlerimizden biri, borç rakamları artıyor, deniyor. Borç rakamları artıyor, denince, biz ne diyoruz? Kardeşim bütçe açık verdiği sürece nominal olarak artar ama oransal olarak düşüyor diye, bu hafta küçük bir sürpriz var. Nisan sonu itibariyle 236 milyar YTL seviyesinde bulunan iç borç stoğu, mayıs ayı sonunda 235 milyar YTL seviyesine gerilemiş bulundu. Yani, ulusal spor dallarımızdan birinde daha yenilmiş bulunuyoruz, şimdi. Borç stoğu nominal olarak azalmış bulunuyor, sadece oransal olarak değil. Şimdi biz nereden şikayet edeceğiz...
Asaf Savaş Akat: Onu buluruz sen merak etme de... Şu zaten değil mi olan... Mayıs bütçesi fazla verince mecburen borç da azalacak, dedik. Yani, tarihte vermiştik daha önce de, bizim bildiğimiz tarihte ilk defa bütçe fazla veriyor. Fazla verdiği için de borç azalacak, dedik. Hakikaten azalmış.
Deniz Gökçe: Tabi bunda birkaç tane etken var. O da tasarruf mevduatı sigorta fonu, hazineye ödemeler yapıyor. O önemli bir faktör. Bir de Merkez Bankası’nın portföyünde bulunan kağıtların bir kısmının vadesi dolduğu için ödendiler. Dolayısıyla borç stoğu nominal olarak azalıyor. Hem kamunun iç borç stoğundaki payı azalıyor, 81’den 80’e düşmüş bulunuyor. Hem Merkez Bankası’nın 20.7’den 20.1’e, hem kamu bankalarının 27/2.9’dan 27/2.4’e, hem TMSF’nin 7.6’dan 6.9’a, diğer kamunun küçük bir artışı var, 26.0’dan 26.2... Piyasaya olan borç da çok hafifçe azalmış. O da 154.5’ten, 154.4/5’e gitmiş. Dolayısıyla borç genelinde azalma var. Şimdi sen şikayet etmeyi isteseydin ne gibi bir mazeret bulurdun.
Asaf Savaş Akat: 40 tane bulurdum...
Deniz Gökçe: Söyle bir tane..
Asaf Savaş Akat: Mesela, kur ne oldu, derdim... Döviz kuruna ne oldu, derdim.
Deniz Gökçe: Şimdi Türk parasının değerlenmesi nedeniyle hesaba dolara çevirip Türk parası bazında azalıyor ama dolar bazında yükselmiştir diye bir mazeret üretebiliriz.
Asaf Savaş Akat: Demek ki Türk TL cinsinden borç azalmış, mayıs azalmış, ama dolar cinsinden yükselmiş.
Deniz Gökçe: İç borcun döviz cinsinden olan miktarı bir parça artmış.
Taner Berksoy: Ben bir itiraz daha söyleyeyim. Çok arızi nedenlerle hem bütçenin genelinde bir fazla var. İşte o senin dediğin TMSF’nin ödemesi, Merkez Bankası’nın şey yapması gibi, kamu bankalarının Hazine’ye ödemeleri nedeniyle. Bunlar arızi... Yani her ay tekrarlanacak şeyler değil. Dolayısıyla ilk itirazı oradan almak mümkün. Ama şunu göstermesi açısından bana kalırsa çok önemli. Yani, bunu görmek istemeyenlerin mutlaka görmesi lazım. Niçin bizim zaman içinde mutlak büyüklük olarak borcumuz artıyor. Çünkü hala kamu bütçesinde açık var. Ne zaman bu ortadan kalkar? Mayıs ayı bütçesi gösteriyor. Bütçede dengeyi sağladığınız anda borçlanmadaki artış hızı yavaşlıyor ve tersine de dönüyor. Hazine borç ödeme planında yüzde 80’lik bir itfa oranı düşünüyordu. O oran da oldukça düşmüş vaziyette. Daha fazlasını itfa ederek, gidiyor. Artı nakit imkanları var. Yani, bir 8-10 sene önceki hazine durumuna bakarsanız bugün Hazine gayet güçlü. Bu da şu imkanı veriyor. Borç alacağıyla birebir eşit koşullarda bir borçlanma yapıyor. Yani, hazineye faiz empoze etmek, ki hepiniz iş adamısınız, daha önceden yapıldığını bilirsiniz.. İhtiyacı olduğu için yapılırdı. Şu anda nakit imkanı çok olduğu için bu imkan da ortadan kalkmış vaziyette. Sanıyorum, yıl sonu itibariyle şuna da şaşıracağız. Zaten 2004 bütçesi açığına kıyasla 2005 bütçesi açığı düşük olarak planlanmıştı. Tahmin ediyorum onun da altında bir rakamla... 2005 yılı sonu itibariyle 2005 yılı bütçe açığı öngörülenin dahi altında bir yerde kalacak. Bu da tabi borç dinamiği açısından en azından önemli bir şey. Bir de tabi faiz dışı fazlada da şu anda beşinci ay sonu itibariyle yıl hedefinin yüzde 60 küsüründe gerçekleştirmiş vaziyetteyiz.
Deniz Gökçe: Değişken faizli iç borcun oranı da artmış bulunuyor. Yani, yüksek faize kitlenmekten kurtuluyor, hazine...
Asaf Savaş Akat: Bu borç dinamiği kötüye giderken, çok kötüye gidiyor. Çünkü borç yükselecek korkusuyla insanlar, devlete borç vermek istemiyor, risk primi artıyor, faiz yükseliyor. Faiz yükselince açık büyüyor. Açık büyüyünce borç hızlı artıyor. Borç hızlı artınca insanlar korktuğu için faiz daha fazla yükseliyor. Şimdi onu bir kere kırıp, tersine çalıştırdığımız zaman da faizler düşünce bütçe açığı küçülüyor, bütçe açığı küçülünce, borç az artıyor. Borç az artınca güven geldiği için faizler tekrar düşüyor. Böylece de tersine işleyen olumlu bir süreç başlıyor.
Deniz Gökçe: Şuna dikkat etmemiz lazım. Kabaca Brezilya ve Türkiye aynı zamanlarda seçimle bir parti başa getirdiler. Brezilya’da bir koalisyon var, Türkiye’de de tek parti. Ben her zaman tek parti hükümetinin Türkiye’de koalisyonlardan daha büyük şansı olduğu kanaatindeydim. Şimdi Brezilya’yla beraber başladık. Brezilya faizleri hızla düşürdü. Ama bu ay itibariyle Brezilya’da faiz, bizim gecelik faiz dediğimiz faiz, yüzde 16’dan yüzde 19.75’e yükseldi bu hafta itibariyle. Brezilya’da faiz yükseldi. Brezilya da aynı bizim gibi hızlı büyüyordu. O büyümesi hafif tökezlendi. Bu çeyrekte 2005 yılının ilk çeyreğinde sıfıra yakın bir büyümeye düştü. Ve Brezilya’da yatırım durdu. Yani, Türkiye ile Brezilya arasında şöyle bir fark var. Biz faizi daha yavaş çektik aşağıya, nominal faizi. Onlarsa, nominal faizi hızla aşağıya çektiler. Şimdi yükseltmek zorunda kaldılar. Hafif problem yaşıyorlar. Bu Brezilya ile olan farklılığımız birinci.. İkincisi biz cari denge açığı ve paranın değerlenmesi gibi konulardayız. Brezilya’da kocaman bir dış ticaret ve cari denge fazlası var. Ama onların parası da aşırı değerlenmiş durumda.
Asaf Savaş Akat: Taner, bu Avrupa Birliği konusuna gelelim. Senin Brezilya hakkında söyleyeceğin bir şey var mı?
Taner Berksoy: Yok... Deniz’in Brezilya hakkında söylediği herşey doğru.
Asaf Savaş Akat: Herhalde doğru söylüyor. Avrupa gidişini nasıl görüyorsunuz? Ne olacak bu Avrupa’nın hali?
Taner Berksoy: Çok uyumlu bir birliktelik değil. Yani, çok gevşek, yumuşak... Çok gevşek olduğu müddetçe iyi gidiyorlar da birazcık sıkışıklık olduğu zaman kendi aralarında da çok iyi anlaşamıyorlar, biliyorsunuz. Temel noktalarda da herhangi bir şey yapmamayı bazen bir şey yapmaya da tercih ettikleri oluyor. Özellikle dış politikada filan öyle tek bir platform üzerinde duramıyorlar. Bunlar önceden beri gördüğümüz şeyler. Yavaş yavaş su üstüne çıkıyor. Çünkü bu anayasayla birlikte Avrupa Birliği kendisine sıkı gelecek, dar gelecek bir siyasi birlikteliğe doğru itildi. İçinde itirazlar oldu. Şimdi bu herkesin gördüğü bir şey. En sonunda dikkat ederseniz, Avrupa bütçesine katkılar, Avrupa bütçesinden alınan paylar konusunda iki tane büyük aktörü İngiltere ile Fransa arasında biraz da zor çözümleneceğe benzeyen bir tartışma çıktı. Son toplantıda da herhangi bir karar üretmeden dağıldılar. Şimdi eğer bir süredir Avrupa’yı objektif gözlüyorsanız, bunların hiçbiri şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan şu... Her kafadan bir ses çıkıyor, böyle bir Avrupa’dan adeta tek bir ses çıkmış gibi, bizim Avrupa’yla ile olan ilişkilerimizin bundan sonra yokuş yukarı gideceği, bizimle müzakereye dahi başlamayacakları, başlasalar bunun sonucunun alınamayacağı gibi bir sürü tez üretiliyor. Biz her nedense, altı kurcalandığı zaman nedeni de bulunur. Müthiş bir alınganlık üzerimizde. Yani Amerikan Merkez Bankası faizi, 0,25 puan düşürecek diye, hop oturup hop kalkıyoruz. Bir seneden fazladır. Aynı şekilde çok net olarak ne kadar dağınık oldukları ortaya çıkan, biraraya gelmeleri için de biraz vakit geçmesi gereken Avrupa’nın da bize karşı olan darmadağınık tavrından da biz nedense belli sonuçları çıkarıp, müthiş bir alınganlıkla kendi pozisyonlarımızı değiştirecek kadar etkileniyoruz. Bana kalırsa Avrupa’ya biraz vakit tanımak lazım. Biraz kendilerine gelsinler, rahatlasınlar. Biz de kendi yolumuzda diyelim, yani Avrupa Birliği ile müzakereye başlayacak gibi devam etmek lazım. Ondan sonra katılacakmış gibi müzakere etmek lazım. Çünkü yaptığımız şeylerin hemen tamamı, bizim insanımızın lehine olan, bizim ekonomimizin lehine olan, toplumsal yaşamımızın lehine olan şeyler. Bu doğrultudan vazgeçmeden gidersek, tahmin ediyorum, belli bir vadede tekrar Avrupa ile yolumuz kesişir. Onun için çok panik yapacak bir şey yok. Eğer üzülecekseniz, Türkiye’ye üzülmeyin, biraz Avrupa’nın haline üzülün...
Deniz Gökçe: Bu haftaki The Economist dergisinde iki tane okuyucu mektubu vardı. Biri Paris’ten yazmış, bir Fransız.. Diyor ki, ben bir Fransızım, şu Fransa’nın haline bakıyorum da, ikinci sınıf bir ekonomiyle birinci sınıf ukalalık yapıyoruz, diyor. Bu sene Türkiye’nin bütçe açığı muhtemelen Fransa’nın bütçe açığından küçük olacak, Almanya’nın da... Ben hazırlanıyorum, onlarla dalga geçmeye, her bulduğum yerde, tribünde filan çevirip, Fransız var ya, bizim açık senden iyi filan demeye... İkinci bir okuyucu mektubunu da Prag’dan yazmış birisi. Siz bakmayın bu Fransızların haline... 1950’lerin başında Avrupa savunma birliği kurmak için bir anlaşma yapmaya kalkarken, Fransızlar orada da veto oyu kullandılar. Ama ondan on ay sonra İtalya’da Mesina’da yapılan toplantıda Ortak Pazar’ın kurulmasına önemli ölçüde katkı yapmış oldular. Daha az rezistansla geçti. Onun için sekiz on ay sonra bunların tutumu değişir, boşverin siz Fransızları değil. Bu da benim görüşüm değil...
Asaf Savaş Akat: Euro dolar paritesi ne olacak?
Deniz Gökçe: Sen bu televizyon işini hiç bilmiyorsun. Bak, Şansal ile Erman, en tartışılan maçı önce mi koyuyorlar televizyona, sonra mı?
Asaf Savaş Akat: Önce küçük, ufak gösteriyorlar ama...
Deniz Gökçe: Şimdi sen sinyal verdin, bunu konuşuruz...
Taner Berksoy: Aslında son toplantıdaki uzlaşmazlığa bakarsanız Avrupa Birliği üyesi büyük ülkelerin dahi yeri geldiği zaman birbirlerinin arkasından dolaşıp iki puanı gayet kolaylıkla aldığını da görmek mümkün. Şimdi durup dururken bu bütçe katkıları, bütçeden alınan paylar arasındaki tartışma nereden çıktı? Fransa’dan ve Chirac’tan çıktı. Hiç İngiltere’yle derdi yok. Fransa’daki referandumdan sonra, tabi Fransa, Avrupa ve dünyada da ciddi bir prestij kaybına uğradı. Dolayısıyla hızla gündemi değiştirip, referandum ve referandumdaki hayır tavrının bir şekilde gündemin geri planına gitmesi lazımdı. Tahmin ediyorum Chirac, büyük ölçüde böyle bir güdüyle gayet başarılı bir şekilde gündemi değiştirdi. Şu anda Avrupa artık, referandumlardaki hayır, bu hayırın anlamı nedir, ne yapmaları gerekir, konusunu bu son toplantıda da hemen hemen hiç konuşmadı. Ve toplantının tamamı İngiltere’nin bütçeye yaptığı katkıdan daha sonra geri aldığı ödemeyle bağlantılı olarak bir sürü tartışmayla geçti.
Asaf Savaş Akat: Şöyle diyebiliriz, aslında, önce Avrupa’nın Anayasası vardı, sonra o olmadı. Sonra bütçesi vardı, bütçesi de yoktu. Bence iyi gidiyor Avrupa...
Taner Berksoy: Bize daha uygun hale geliyor.
Asaf Savaş Akat: Türkiye’ye böylesi daha uygun düşer, zaten... Şimdi değerli üçüncü bölge iş aleminin değerli temsilcileri soracaklar. Sevgili hocalarımız, cevap vermeye çalışacaklar. Evet, hemen Mehmet Sandal beye dönelim. Sayın Sandal, İSİDEF’in yönetim kurulu başkanı... Mehmet Bey, buyrun.
Mehmet Sandal: Dünya iş bölümünde Türkiye’nin üstlendiği rolü, KOBİ’lerin geleceği açısından nasıl görüyorsunuz? Küreselleşmenin kurallarına uymak demenin, Türkiye’nin tekstil gibi büyük maliyet avantajlara sahip olduğu sektörleri, sırf kurallara uymak adına Çin’e bırakması anlamına geliyor mu? Devletin bu gibi sektörlerin ayakta kalabilmesi açısından alması gereken önlemler yok mudur? Sadece kota koymanın yeterli olduğuna inanıyor musunuz? Bu konuda ulusal bir stratejinin olması gerekmez mi? KOBİ’lerin mevcut kurlarla rekabet şansını nasıl görüyorsunuz?
Deniz Gökçe: Şimdi biraz geniş düşünelim. Bir çoğunuz, Türkiye’nin en dinamik, dışa en açık sektörün önünde çarpışan insanlarsınız. Türkiye, eğer bir ihracat hamlesi yaptıysa 80 öncesindeki kapalı dönemden buraya bunda hiç kimse burada bulunan insanların iş dallarının rolünü minimum düşünemez. Maksimumdur sizin katkınız. Yani, Türkiye’nin bundan 25 sene önce, 2-2.5 milyar dolar ihracat yaptığı bir noktadan sizin gibi insanlar, Türkiye’yi bugün getirdiler, 65 milyar dolarlık bir ihracata geçen yıl, bu yıl 75’e gidiyor, mal ihracatına ki, sizlerin katkısı var. Bu nedenle sizleri ticaret açısından en vizyonu geniş ve dünyaya açık insanlar olarak görmemiz lazım. Şimdi biraz yukarıdan bakalım. İlk önce KOBİ, firma, sektör bazına inmeden önce... Ülkelerin gelişmesi, büyümesine baktığınız zaman, ülkenin büyümesinin arkasında üç tane temel kaynak görüyoruz. Bir tanesi iş gücünü yığmak, iş gücünün çalışması.. Biz burada zayıfız. Türkiye’de 70 milyon insan var. Bunu kabaca 50 milyonu çalışma yaşında. Ve sadece kayıtdışı dahil 25 milyonu filan çalışıyor. Biraz da çalışma yaşında olmamasına rağmen çalışan çoluk çocuğu da katarsan, üçte biri çalışıyor. Bir kere niçin ortadaki üçte birin çalışmadığı konusunda hepsi işsizlik kurbanı diye düşünemeyiz. Burada bizim toplumsal tercihlerimiz var. Burada zayıfız bir.. İki, sermayenin önemli katkısı var, ekonominin büyümesinde. Bu şirketler için de böyle tabi ki... Sermaye birikiminin olması. Bunun için de tasarruf önemli. Tasarruf içeriden de olabilir, dışarıdan da olabilir. Biz sermayede de zayıfız. Bugüne kadar Türkiye’de yapılan araştırmalarda kalkınmaya başladığımız dönemlerin başında sermayeyi az miktarda biriktirdi, şimdi katkısı çok daha fazla. Ama esas büyük ülkelere baktığınız zaman, teknolojik değişmenin Amerika gibi ülkelerde veya Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde teknolojik gelişmenin yüzde 80’ini açıkladığını görüyoruz, büyümenin... Kedimize sormamız lazım. Biz, teknolojik gelişmeye katkı yapan bir toplum muyuz? Teknolojik gelişmeye kendimiz şirket olarak, sektör olarak, ülke olarak açık mıyız? Teknolojiyi ithal mi ediyoruz, kopya mı ediyoruz, yoksa sınırlı bir şekilde mi kullanıyoruz. Bu soruların cevabını vermemiz lazım. Eğer teknoloji üretmeyen bir ülkeyseniz, ve kapanmak, yasaklamak gibi şeyleri düşünüyorsanız, minimalist kalacağınız açıkça bellidir. Biz bunu 60’lı, 70’li yıllarda yaşadık. Orada olumsuzluklara geldik. Şimdi teknolojiyi üretmeyen bir ülke olarak biz, açıklıktan kazanacak mıyız, kaybedecek miyiz? Benim kişisel kanaatim kazanacağımız. Bunu da son 25 senede, sizin her birinizin kişisel hayatı, üretimi, yaptıkları bence açıkça ortaya konuldu. Eğer biz kapıları kapatmış olsaydık, kendi yağımızla kavrulmaya kalksaydık, ben ona kör milliyetçilik diyorum, herşeyi kapatsaydık, bugün olduğumuz yerden çok geride olurduk. Bugün Arnavutluk gibi olurduk, Ukrayna gibi olurduk. Halbuki şimdi Ukraynalılar buraya çalışmaya geliyor... Dolayısıyla bazı şeyleri doğru yapmışız. Şunu açıkça söylememiz lazım. Açıklıktan dünyayla dirsek temasında olmaktan, ticaretten biz avantajlıyız ve bu salonda buna itiraz edecek insan bulunduğunu düşünemiyorum. O zaman ticaretin kurallarına geleceğiz. Şimdi Mehmet Bey, burada soruyu sormuş, Türkiye’nin tekstil gibi büyük maliyet avantajlarına sahip olduğu sektörleri Çin’e bırakması anlamına mı geliyor, ticareti açıklamak. Hayır, değil, Çin bütün ticarette yeni rol almaya çalışan ülkeler gibi, Kore gibi, Japonya gibi, biraz belden aşağı vuruyor, bu kabul. Mesela Çin’de niye bankaların hepsi devrettikleri bankaları açmıyorlar, çünkü ihracat yapmak istedikleri bir yere kredi veriyorlar. Sonra krediyi tahsil etmiyorlar. Dolayısıyla kredi bedavaya gelmiş oluyor. Bunda devlet yükleniyor, kendi içinde, tabi bunu sonsuza kadar yapamazlar. Nitekim o bankaların korkusu nedeniyle şimdi kuru oynatamıyorlar ama belden aşağı vurdukları kabul. Gümrüklerde, hudutlarda, kredide, onda bunda şunda hile yaptıklarını biliyoruz. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. Ama şuna dikkat etmemiz lazım. Kore, Japonya gibi ülkelerden çok farklı Çin. Kore ve Japonya, başlangıçta, özellikle Japonya, bir kuruşluk yabancı sermayeyi Japonya’dan içeriye sokmamıştır. Bugün hala çok sınırlıdır. Kore’de biraz daha fazla vardır. Amerika’yla ile olan özel ilişkisi nedeniyle. İkincisi Kore ve Japonya’da başlangıçta ithalata hiç izin vermemişlerdir. Halbuki 78’de başlayan Çin stratejisinde bir yabancı sermayeye açılmıştır. 600 milyar dolar kümülatif yabancı sermaye var şimdi. Yılda 60 milyar dolara dayandı. İki, ithalata müthiş açıktırlar. Hatta çok kritik bazı sektörlerde otomotiv gibi orada kurulan fabrikanın yüzde 50 içeriye satmasına izin veriyorlar. Dolayısıyla Çin, Kore ve Japonya’dan farklı bir stratejide. Ve bunun Maocu bir devrim komünist parti yönetiminden 78’de başlayıp, geldiğini görürsünüz, müthiş bir girişim var, orada... Şimdi eskiden de dünya ticaretinde önemli bir rol sahibiydi, 78 sonrasında. Kotalar varken de... Ama ne yapıyordu, Makao üzerinden, Hong Kong üzerinden, diğer ülkeler üzerinden aktarıyordu. Ve diğer ülkeler üzerinden aktarırken de onlara komisyon ödüyordu, aracılara... Dolayısıyla maliyeti daha yüksekti. 1995 yılında karar alındı... 2005 yılına girerken kotalar kaldırılacak. Bu kotaların kaldırılması aslında bizim açımızdan bir avantajdır, kullanabilirsek... Çünkü Batı’nın çok büyük çifte standardı var. Pamuk kotası, o kotası, bu kotası, o tekstil ürününde kota. Türk üreticisi de bu kotaların muzdaribiydi. Biz yalnız burada bir hata yaptık. Bunu kendi kendimize açık şekilde ifade etmemiz lazım. Bu on yıllık geçiş süresinde biz toplum olarak, devlet olarak ve sanayici olarak hiçbir şey yapmadık. Nasıl o şampiyonlar ligi maçı, şurada olimpiyat stadında oynanacağı zaman son üç günde yamadıysak, herşeyi... Nasıl Formula 1, son iki günde yamayacaksak herşeyi, burada da on sene bir şey yapmadık. Yaptık diyen varsa, ne yaptığımızı anlatsın. Sonra acı gerçek geldi karşımıza, durdu. Karşımızda güçlü, bazen de belden aşağı vuran bir rakip var. Önemli avantajları var. 150 milyon işsizi bu tarafa aktarabiliyor. Yabancı sermaye desteğini alıyor. Tayvan ile Çin güya kavgalı. Tayvan’daki firmaların yüzde 70’i taşındı bile Çin’e... Dolayısıyla müthiş bir avantajları var. İnsanların hayat standardı çok düşük. Hiçbiri villada oturmuyor. Hiçbiri mercedes, jeep almıyor. Sanayicisi de dahil... İşine yatırım yapıyor. İşin başındalar çünkü. Bunları açıkça konuşmamız lazım, neyi yanlış yaptığımızı ki, bunları düzeltebilelim. Şimdi böyle bir rakip varken aracıları kaldıracak, Hong Kong’u, Singapur’u, Vietnam’a, nerede üzerinden geçiliyorsa... O zaman daha ucuz verebilir hale geldi. Bazı şeyler herhalde satıyorsunuz, hayret ediyorsunuz. Girdi fiyatına nihai ürünü satıyorlar. Bundan şikayetçisiniz, biliyoruz bunu. Şimdi bizim burada mantıklı düşünmemiz lazım. Kısa dönemde o on seneyi şarkı söyleyip, laylay lomla geçirdikten sonra yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Devletin de yapabileceği fazla bir şey yok. Yapmamız gereken şey şudur. Bizim avantajımız olan şeyler var. Daha katma değeri yüksek, daha modaya uygun, bizim uzmanlaştığımız yüzlerce ürün var. Çin bunlarla rekabet edebilecek durumda değil. Biz, bu ürünlerde daha verimliye gitmek, teknolojiyi değiştirmek, yeni piyasalar bulmak, birleşmek, marka oluşturmak gibi şeyler yapabiliriz. Bunlar on sene önce başlamamız lazımdı. Şimdi yine başlayabiliriz. Ama şunu söyleyemeyiz. Bir, devlet yasaklasın. Bunu yapmak mümkün değil. Bakın, yapılan anlaşmalarda şu anda Amerika ve Avrupa’nın kota tehdidi yapmasının bir tek dayanağı var. Dünya ticaret örgütü kurallarına göre, Çin, dünya ticaret örgütüne girerken, 2008’e kadar onların ihracatı fazla olduğu takdirde Avrupa ve Amerika’nın üç sene boyunca ek önlemler almasını anlaşma metnine koydular. Bunlarla tehdit ediyor. Ama 2008’den sonra bu alınan önlemler de kalkacak. Ya dünya ticaret örgütü sistemi çökecek. Ya da bu önlemler kalkacak. Onun için üç sene çok kısa bir zaman dünya ticaretinde bunlar da kalkacak. Onun için bizim kendimiz ne yapabiliriz dememiz lazım. Devletin de yapabileceği çok fazla bir şey yoktur. Biz devletten belden aşağı vurmasını istiyoruz. Hayır belden aşağı vurmadan bir takım şeyler yapılabilir sizler için... Çok yüksek enerji masrafınız var. İstihdam vergileri çok yüksek. Size fabrikanızı kuracağınız toprağı... Devlet dünya kadar toprağın üzerined oturuyor. Bir takım kolaylıklar sağlayabilir size. Bunları hep beraber çözebiliriz. Ama sonuçta şuna inanıyor muyuz? Serbest ticaret sonunda batının çifte standardını, Amerika’nın Avrupa’nın çifte standardını ortadan kaldırarak bizim ve daha fazla dış ticaretten pay almamıza yolaçacak. Akıllı kullanabilirsek. O nedenli ticaret erbabı olan sizlerin ticaretin engellenmesi konusunda değil de ticarette rekabet avantajı sağlamamız konusunda devletten yardım istemeniz lazım. Sesinizi burada ve bir on sene önce yükseltmeliydiniz. Çünkü hepiniz biliyorsunuz bu kotaların kalkacağını. Hiçbir şey yapmadık arkadaşlar. Sözüm bunu itiraf ederek başlar. Yapacağınız bir sürü şey vardır. Ürünü değiştirebilirsiniz, devletten bir takım şeyleri isteyebilirsiniz, istihdam vergileri, o da gelir mesela kayıtdışı filan gibi şeylere dayanır. Çünkü içeride de rekabetiniz kötü şeylerle, kayıtdışıyla şuyla buyla sizin gibi resmi olarak üretim yapan insanların. Onun için devletin alması gereken önlemler derken, desteğin dünya kurallarına göre olması lazım. Kotayla bu işin gidebileceği yer, sadece 2008’dir.. Ondan sonra ya dünya ticaret örgütü kuralları çökecek. Veya serbest ticaret olacak. Unutmayın imalat sanayi ürünleriydi, sonunda tekstil filan şeylerin hepsi imalat sanayii. Kota olarak son kalmış alan tekstildi. Ondan da kaldırdı, tarifeler var ama kota kalmış tek imalat sanayi sektörü buydu. İmalat sanayiinden kota tamamen kalkıyor. Onun için orada yeniden kota koyalım, engelleyelim filan bu çok kısa vadeli yamama çözüm. Biz ne y apabiliriz. Kendi verimliliğimizi arttırmak. Devletimizin bize altyapı desteğini nasıl vereceği, enerji, bu tip konuları konuşalım.
Asaf Savaş Akat: Bir sonraki soruya geçiyoruz. Ahmet Şeker beyi alalım. Hadımköy Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Ahmet Şeker bey, buyrun..
Ahmet Şeker: Beni birbirine bağlantılı iki sorum var. Birincisi enflasyonun düşmesi neticesinde kurlar bana bağlı olarak yaklaşık üç yıldır sabit değerini muhafaza etmektedir. Bu durumda ithalat rakamları artmış ve cari açık büyümüştür. Bu artışın ekonomiyi olumsuz etkilememesi için ekonomi kurmaylarının alternatif planları var mıdır? Bunu açıklar mısınız? Diğer sorum da 2006 yılı beklentilerinizi, kur, büyüme, istihdam ve faiz açısından bize değerlendirir misiniz?
Taner Berksoy: Kurlar birebir enflasyonla hareket etmiyor. Bakın şunu görmemiz lazım. 2001 krizinden bu yana bizim döviz piyasamız kendi normal büyüklükleriyle çalışmıyor. Dolayısıyla döviz piyasasında oluşan fiyat, döviz kuru, olağan koşullarda bu fiyatı belirleyecek büyüklüklerin etkisi altında değil. Başka büyüklükler de devreye giriyor. Bunlardan bir tanesi bizim daha önceki yıllarda güvensizlik nedeniyle biriktirdiğimiz dövizlerin yeniden TL’na dönüyor olmasından kaynaklanan bir döviz arz baskısı var. Bu kuru aşağıya iten bir şeydir. İkincisi bizim reel faizlerimizin göreli olarak yüksek kalmasından etkilenen, oluşan istikrar ortamından da etkilenen ciddi bir sermaye girişi var. Bu da kuru aşağıya itiyor. Ama eğer döviz kuru piyasada belirlenecekse, bugün, dün, bir sene önce ortaya çıkan kur, piyasanın belirlediği denge kurudur. Buna birşey yapmak mümkün değil. Zaman içinde tahmin ediyorum, elimizdeki döviz büyüklükleri eriyecek ve piyasa kendi büyüklükleriyle hareket etmeye başlayacak. O zaman göreceğiz, birazcık daha ithalata duyarlı hale gelecek. İthalat çok hızlı artmaya başladığı zaman kurun da onun peşinden koşmaya başladığını göreceğiz. Ama şu anda böyle bir geçiş dönemindeyiz. Onun için kur bir arz baskısı altında. Ve ithalat yükseliyor olmasına rağmen fiyat buna çok fazla cevap vermiyor. Şimdi cari açık gayet tabi şu anda ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiyor. Hatta son iki sene cari açığın nedenlerle ortaya çıktığına bakarsanız, orta dönemde ekonomiyi olumlu etkileyecek nedenlerle cari açığın büyüdüğünü görürsünüz. Çünkü son iki senedir, ithalatın çok büyük bir kısmı yatırım mallarından oluşuyor. Yani, kriz sonrasında artan bir yatırım temposu var. Bunun ithalatı çekme etkisi var. Dolayısıyla bunun orta dönemde ekonomiye olumlu katkısı olur. Belki şunu düşünmek lazım. Cari açığın kontrolsüz şekilde büyümesi bir risk midir. Risktir de o riskin de ne olduğuna bakmak lazım. Bizim cari açık verdiğimiz müddetçe bunu finanse edebiliyorsak, bu çok tartışıldı. Bu söylendiği zaman buna gülen de var ama çok da doğru değil ona gülmek. Cari açığı finanse edebildiğimiz müddetçe, etkisini hissetmeyiz. Yani, cari açığı finanse edecek sermaye girişi olduğu müddetçe etkisini hissetmeyiz. Finanse edemezseniz ne olur? Finanse edemezsek, o demin söylediğim ithalatın döviz kurunu yukarı çekici etkisi ortaya çıkar. Bugün şikayet ettiğimiz TL’daki aşırı değerlenmenin ortadan kalktığını görürüz. Yani, kurun yükselmeye başladığını görürüz. Bu da olumlu bir şeydir. Yanlış bir fiyatın düzeliyor olması anlamına gelir. Dolayısıyla burada aman biz perişan oluruz, ekonomi yeniden krize gider denebilecek bir şey yok. Ne zaman ekonomi yeniden krize gider, sermaye girişi aniden durursa, yani, bir iki gün içinde durup, ters dönerse, ki bu oluyor. 2001 krizinde de gördük bunu. Çok kısa süre içinde cari açığı finanse eden sermaye girişi aniden durur ve ters dönerse, o zaman ortaya çıkacak kur hareketi çok yüksek olur. Bunun olumsuz etkileri olur. Bugün itibariyle bakıyorsunuz, Türkiye ekonomisinde sermaye girişinin aniden durmasını gerektiren bir risk algılaması var mı? Yok... Çok hızla bir şekilde tersine dönmesini gerektiren bir risk algılaması var mı? O da yok...
Asaf Savaş Akat: Büyüme ne olur?
Taner Berksoy: Kur, dolar, bu seneyi bir 400’ün biraz üstünde bitirir, 2005’i... 2006’da da öyle büyük bir mesafe kaydetmez tahmin ediyorum, belki bir 500’e yaklaşır, 2006... Büyüme bu sene yüzde 6, yüzde 6.5 civarında olur. Yani hedefin biraz üzerinde olur. Şu anda öyle olacağını gösteren belirtiler var. Enflasyon yine bu sene hedefin altında kalacak, büyük bir olasılıkla önümüzdeki sene de hedefin altında olur. Ve 3.5-4 gibi bir yere iner, yıllık bazda enflasyon... İstihdamın bu yılın ikinci yarısından itibaren yavaş da olsa artmaya başladığını göreceğiz, 2006 yılında birazcık daha tempo kazanır tahmin ediyorum. İşsizlikte de bütünüyle hallolması mümkün değil ama en azından işsizlik artış trendinin ters döndüğünü bu yılın son çeyreğinde görürüz diye düşünüyorum. Faizler tahmin ediyorum yüzde 13, yüzde 12 arası 2005’i bitiririz. 10 civarına yaklaşır, belki altına iner 2006’da...
Asaf Savaş Akat: Evet, Fahri Türkkan’ın sorusunu alıyoruz.
Fahri Türkkan (SANDER Başkanı): Kayıtsızlık, haksız rekabet demektir, diyorum, ulusal güven, ulusal mutabakatın, siyasi istikrarsızlığın nedeni değil mi? Gelir dağılımındaki bozukluğun, yoksulluğun nedeni değil mi, diyorum. Bütçe açığının, yüksek faizin, yabancı sermayenin gelmeyiş sebebi değil mi, diyorum. Ar-ge yerine kopyanın yani merdiven altının oluş sebebi değil mi, diyorum. Bütçe açığını da okuduk. Hayali ihracat ve kaçak ithalatın sebebi değil mi? Sanayileşme ve kurumsallaşmanın önünde bir ciddi engel değil mi? Marka üretilmemesi sebebi değil mi, diyorum. Daha bunun gibi yüzlerce değerlere hatta demokrasiye ve insan haklarına saldırı anlamına gelmiyor mu, diyorum. Sizce geliyorsa, neden mali reform yapılmıyor? Neden nereden buldu yasası rafa kaldırılıyor. Çünkü kirli ürettiğimiz para, hepimizi kirletiyor. Oysa şeffaf, temiz bir para üretebilseydik, toplum barışa ve sevgiye ulaşacaktır, diyorum. Siz katılıyor musunuz?
Taner Berksoy: Buna çok kısa bir cevap, evet dersin, biter.
Asaf Savaş Akat: Evet... Evet... Yani sadece katılmakla kalmıyoruz da, bence iş aleminin seslendirmesi lazımdı. Yani, Türkiye’de eğer kayıtdışı ekonomi bu kadar yaygınsa, bunun sebebi herhalde işaleminden başka bir yerde bulunamaz. Yani kayıtdışı ekonomide vergiyi kim kaçırıyor, sorusundan hareket etmek lazım diye düşünüyorum. İş aleminin buna, Türk müteşebbisler ve Türk işadamlarının bunu sahiplenmesi sorunun çözülmesi yolunda atılmış çok büyük bir adımdır. Yani o sahiplendiği anda bu iş olur diye düşünüyorum, ben...
Deniz Gökçe: Fahri beyin sorusu, Türkiye’nin belki de bir numara değilse, iki numara daha aşağı düşmez, sorunlarından biri. Çünkü eğer, siz bugün aşırı doz istihdam vergisi, aşırı doz kurumlar vergisi, aşırı doz gelir vergisi, yüksek fiyata enerji ödüyorsunuz, onun nedeni hiçbir şey ödemeyenler. Kayıtdışındakiler. İşin ilginç tarafı da o kayıtdışındakiler sonra kendi kendilerini ayaklarından vurmuş oluyorlar. Çünkü piyasa büyümediği için onların da kayıt içine girip, büyüyüp, daha düzenli üretim, ihracat yapacak insanlar, kurumlar olmalarına da kendileri engel olmuş oluyor. Orada bir kısır döngü var. Orada hapsolmuş insanlar. Dolayısıyla hem katil hem kurbanız hepimiz... Bunu anlamamız lazım. Bu çok temel bir soru. Onun için böyle önemli bir soruyu gündeme getirdiğiniz bir iş insanı olarak ben de teşekkür ediyorum.
Taner Berksoy: Ben evet demekle samimiyim. Bütün dediklerinize katılıyorum. Asaf, değindi, çok uzun süredir konuşuluyor, akademik camiada konuşuluyor, araştırmalar yapılıyor. Dolayısıyla olaya bakan insanlar, zaten uzun süredir bundan şikayetçi. Bunun çok bozucu etkileri olduğundan şikayetçi ama dikkat ederseniz, hiçbir etkisi olmadı. Bunun etkili olabilmesi için bu işten canı yananların bağırmaya başlaması lazım. Bu işten canı yananlar iş adamlarıdır. Yani, işini düzgün yapan, kayıt altında yapan, düzgün rekabet koşulları yaratabilen, firmasında önünü görebilen insanlar, kayıtdışının getirdiği rekabet bozucu etkilerden negatif yönde etkilenirler. Benim gördüğüm bir süredir, belki bir sene, iki senedir, belki krizden sonra iş çevreleri bu kayıtdışından şikayet etmeye başladı. Bunu bir siyasi baskı haline getirirseniz, ki sizin sorunuzun bir parçası da o... Niye mali reform yapılmıyor? Niye nereden buldun yasası rafa kaldırılıyor diyorsunuz. Bunu bir siyasi baskı haline getirebilirseniz, bunların hepsi yapılır. Çünkü siyasi tercihtir. Siyasetçi kendi siyasi tercihini kaybettireceğini düşünmeye başladığı andan itibaren kendi tercihini değiştirir. Mali reform yasasını da yapar, nereden buldunu da sorar, hepsini yapar. Onun için devam edin, bunu bir baskı haline getirin...
Asaf Savaş Akat: Biz Fahri beyi destekliyoruz, arkanızda duruyoruz. Her fırsatta bunu sahipleniyoruz. Ama bu bizle olmaz. Bunu çözecek olan hakikaten sizsiniz. Bir sonraki soruya geçiyoruz, Ahmet Özger Bey, İSİDEF Genel Sekreteri. Buyrun Ahmet Bey...
Ahmet Özger: Yeni teşvik yasasıyla yasa kapsamındaki il sayısı arttırıldı. Bu illerde yatırım yapacaklara, SSK, vergi, enerji ve yatırım indirimi konularda büyük avantajlar sağlandı. Bir taraftan serbest piyasa ekonomisi savunulurken bu yasa buna aykırı değil mi? Bölgemizdeki sanayiciler aynı şartlarla mücadele edemiyorlarsa bu haksız rekabet değil mi? Teşvik yasası kapsamın dışındaki bir yatırımcı açısından bu yasayı yorumlar mısınız?
Deniz Gökçe: Teşvik yasası bir kere o kadar çok sayıda bölgeye verildi, yani teşvik olma özelliğini kaybetti bana sorarsanız. İkincisi de sizin 50 km, 30 km ötenizdeki şartların çok farklı olmadığı bir yere teşvik verilip, sizin olduğunuz yere verilmediği zaman bu da bir haksızlık yaratıyor. Yani, ben şöyle bakıyorum olaya... Açık seçik de söyleyeceğim. Şimdi siyasetçi ne zaman mutlu olur, biraz harcama yapabilirse. Ama son 15-20 senede Türkiye’nin ekonomik şartları o kadar kötü ki, siyasetçi harcama yaptıkça daha çok batacağı için geldik, krizlere, programlara, IMF, Avrupa filan gibi. Şimdi siyasetçiler harcama yapamaz hale gelince, hele küçük teşvik filan gibi zamana yayılan bir takım şeylerle biraz ben de duruma hakimim, siyaset yapıyorum, iyi durumdayım, tabanımı destekliyorum filan gibi şeyler söyleyebilir hale geliyorlar. Yani, işin yarısı iyi niyetli teşvikse, öbür tarafında siyasi bir boyutu var işin. Ama bu eleştiriyi çok fazla yapmamamız lazım. Çünkü sonuçta 4-4.5 senedir ciddi ekonomi politikası uygulanıyor Türkiye’de... Sıkı maliye politikası var. Siyasetçinin elleri kelepçeli. Yani, siyasetçi de pek fazla siyaset yapamadı. Her şeyiyle kurala uymak zorunda olduğundan. Ama sizin gündeme getirdiğiniz şimdi yanıbaşında teşvik varken, burada dezavantaja girmeyim sözü doğru. Teşviğin bu kadar fazla yere yayılması da yanlış.
Taner Berksoy: Benim elimde rapor var. Bu dün bana ulaştı. Mahiye Sabuncuoğlu hanım, Eipo Channel televizyon kanalı için, Anadolu programları yaparken bu teşvik verilen illeri gezmiş. İlk orinalindeki 36 ille ilgili gözlemleri var. Bunu bir rapor haline getirmiş. Şimdi şunu kabul etmek zorundayız. Türkiye tarihsel olarak bölgeler arasında çok ciddi gelişme farkları yaşayan bir ülke. Dolayısıyla siyasetçinin siyasi misyon olarak üstleneceği görevlerden bir tanesi de bu bölgeler arası eşitsizliği, dengesizliği gidermek olmalı. İşte bunu yapabileceği araçlardan bir tanesi de bu tür teşvik uygulamaları yapması. Şimdi ilk orijinali itibariyle baktığınızda 36 ilde şu anda bu 36’nın 8’inde teşvik kapsamı içinde hiçbir şey yapılmamış, henüz. Çünkü altyapıları yok, ulaşım ağı düşünülmemiş. Ve dolayısıyla o 8 il... Bunların çoğu da Güneydoğu’nun ucu, doğunun ucunda olan... 36 ilde de 1993 başvuru olmuş. Bunun 822’sine arsa tahsis edilmiş. Ve 119 firma üretime geçmiş. Şu anda 7700 istihdam yaratılmış. Bu olumlu bir şey. Bu yapılması gereken bir şeydi. Ve çok sınırlı da olsa bir sonuç alınmış. Aslında bütün 36 ilde beklenen 103 bin istihdam. Onun sadece 7700’ü sağlanmış. Şimdi eleştirirsek bunu, hızlı gitmediğini eleştirmemiz lazım. Niye kendisinden bekleneni yapmadığını eleştirmemiz lazım. İllerin dağılımına da bakarsanız, bu hiçbir şey yapılmayan iller de gerçekten en geri kabul edilen iller. Niye oralara ulaşılamadığını irdelememiz lazım. Şu anda 322 üretim birimi firma, inşaat halinde. 394 tane de yine bu teşvik yasası kapsamında projelendirilen girişim var. 615 trilyon lira kadar yatırım yapılmış. Bütününde 3 katrilyon küsur yatırım harcaması bekleniyor. Yani 300 katrilyonluk hedefin de henüz çok altında... Dolayısıyla eğer bu bölgeler arası dengesizlikten rahatsızsanız ki o bölgeler geliştiği zaman buraların pazarları oralar... Dolayısıyla ondan rahatsız olmak lazım. Oradaki yaşama koşullarından rahatsız olmak lazım. Bu teşvik yasasından çok şikayet etmemek lazım. Neden şikayet edeceğiz? Durup dururken buna 13 tane il ilave edilmesinden şikayet edeceğiz. O çünkü ilk baştaki orijinal hedefin kaybedilmeye başlandığını, işin içine birazcık siyasi baskının, birazcık popülizmin girmeye başladığını ve sulandırılmaya başladığını gösteriyor. Dolayısıyla orayı eleştirmek lazım. Yoksa fikir olarak geri kalmış bölgelere bu tür teşviklerle gitmenin bence bir sakıncası yok. Orta uzun dönemde hepimiz bundan yararlanırız.
Asaf Savaş Akat: Dört tane daha sorumuz var. Şöyle yapacağım, dört soruyu alacağım. Sonra o dört soruya birden cevap verecekler.
Sencer Yücel: Özelleştirmelere devam kararı alınmasına rağmen mevcut iktidarı başarılı buluyor musunuz? Özelleştirme konusu olan kurumların neredeyse üç-dört yıllık karları karşılığı satılması sizce özelleştirme midir? Yoksa bu kurumlar, birilerine fayda sağlaması amacıyla elden mi çıkarılıyor?
Reha Tunçalp: Bu organizasyondaki soruların hazırlanmasında biz tüm sanayici dostlarımızla görüştük. Ve bütün sanayici dostlarımızdan aldığımız fikirler doğrultusunda bu sorular hazırlandı. Ama belli bir süremiz olduğu için birçok sanayici dostumuzun da sorusuna yerverilememiş olabilir. Bu sınır dahilinde seçebildiğimiz soruları size yöneltmeye çalışıyoruz. Ve başkanlar, kendi sorumluluğunu taşıdığı sanayiciler adına konuşuyor, burada. Neden yalnızca başkanlar denirse, böyle bir sınırlama getirildi. Bankacılık sektöründe önemli yasal değişiklikler yapıldı. Bir kere bu yasal değişiklikler yeterli midir? Ayrıca şu anda bu yasal değişiklikler sonrasında artık ülkemizdeki bankalara güvenerek bankacılık işlemlerini yürütebilir miyiz?
İrfan Diri: Hayatımızı ve işlerimizi planladığımız kadar başarılı oluyoruz. Tabi ekonomi de planlandığı kadar başarılı oluyor. Ekonominin planlamasındaki sıkıntı ve bunalımlarda planlamanın payı ne kadar? Buna bağlı DPT fonksiyonu ne kadar yerine getiriyor. Bu ülkeye yönetenler, yani siyasiler, kayıtdışı ekonominin rakamını onlar da deklare ediyorlar. En az bizim kadar biliyorlar. Neden hiç önlem almazlar?
Aydoğan Oral: Türkiye ekonomisi kendi iç dinamikleriyle büyüyemez mi? Yabancı sermayenin gelmesinin sadece olumlu yanları mı var? Bankacılık, telekomünikasyon, demir çelik, petrokimya gibi stratejik sektörlerin yabancıların eline geçmesine, ne güzel yabancı sermaye geliyor diye sevinmeli miyiz? İkinci olarak cari açığın kapanması için tek alternatif yabancı sermaye mi? Üretimin ve ihracatın artması için alınabilecek kararlar neler olmalı?
Asaf Savaş Akat: Gördüğünüz gibi, aşağı yukarı her biri bir ekodiyalog programını rahatlıkla dolduracak dört tane soru var elinizde.
Deniz Gökçe: Özelleştirme konusunda şunu söylüyorum. Şimdi bu özelleştirme bizim toplum olarak sıcak baktığımız bir şey değil. Dolayısıyla öyle iki sene, üç senede özelleştirmede büyük hamle yapılması, bu kadar büyük kriz ortamı, Avrupa sorunları, şu bu varken, pek mümkün değil. Türk toplumu özelleştirmeye sıcak bakmıyor. Bazı kurumlarda da o üç dört yıllık kar karşılığı diyorsunuz ama yatırımı yapıp, diyemedi. Mesela Telekom’u düşünün, Telekom niye yatırımı kendi yapamadı? Devletin girdiği cep telefonu şirketi yürüyemedi, ilerleyemedi? 500 bin abonede kaldı da niye yabancı sermayeye gitti, bunu düşünmemiz lazım? Onu yapacak fonumuz var mı? Bankacılık sektörü konusunda bence önemli değişiklikler yapıldı. Bankacılık sektörü daha sağlam basıyor. Kırılganlıkları bitti. Denetim arttı. Bence dünyada planlama fonksiyonu farklı bir yere geldi. Piyasaya daha çok önem verilmeye başlandı. Planlama teşkilatının fonksiyonu değiştiği için pek onları göremiyoruz ama onlar orada bir şeyler yapıyorlar, önemli şeyler yapıyorlar. Yabancı sermaye konusunda toplum olarak yanlış baktığımız kanaatindeyim. Teknoloji üretmeyen ülkelerin kendi iç dinamiğiyle büyümesi ne demek? Adam teknolojiyi üretecek, sonra bize hediye mi edecek? Eğer ithal edeceksek, hangi parayla ithal edecğiz? Çünkü o da bize karşı kapanacak? Onun için bu açıklığın yabancı sermaye, ticaret gibi konularda açıklığın ona katılan her tarafa fayda sağladığını anlamamız lazım diye düşünüyorum.
Taner Berksoy: Özelleştirmeye biz başından beri çarpık bakıyoruz, onun için beceremedik. Bana kalırsa hala çarpık bakıyoruz. Bir finansman aracı olarak görüyoruz. Benim tamamen kişisel fikrim bu.. Yanlış bir bakıştır onu düzeltmek lazım. Düzeltmediğimiz sürece de bu tür sorulara muhatap olacağız. Bankacılık sektöründe banka sistemi önemli ölçüde onarıldı. En azından 2001’de taşıdığı riskleri çok daha düşük düzeyde taşıyor banka sistemi. Dolayısıyla tahmin ediyorum şu anda daha güvenilir durumdalar.. Ekonomideki bunalımlarda planlamanın payı geçtiğimiz krizleri düşünüyorsanız, planlamanın hiçbir payı yok onda. O tamamen piyasaların tersine hareket etmekten kaynaklanan krizlerdir. Ve daha piyasa ağırlıklı bir ekonomik yapıya yöneldiğimiz müddetçe, bizim bildiğimiz DPT’nin bir tarihte oynadığı rolün artık oynanamayacağı da gayet açık. DPT, uzunca bir süredir daha çok danışman, kamunun danışmanı gibi davranıyor. Onun için de iyi yaptığı düşüncesindeyim. Bence Türkiye ekonomikleri kendi iç dinamikleriyle büyür. Yani, nedir? İşte kendi tasarrufu kadar yatırım yapar. O yatırımların büyüttüğü kadar büyür. Şunu düşünmemiz lazım. Bizim stoktaki işsizlik de dahil, yani tarımdaki işsizi bulan, verimli çalışan haline getirmek için yılda yaklaşık yüzde 6 civarında büyümemiz lazım... Kendi dinamiklerimizle büyümeye kalktığımız zaman bu oran yüzde 3-3.5’a iner. Dolayısıyla yönetebildiğimiz müddetçe dışarıdan kaynak kullanmak yararlı bir şeydir. Yabancı sermaye de teknoloji getirir, Pazar getirir. Bunlara dikkat etmek lazım. O şekilde geldiği müddetçe de yabancı sermayenin gelmesinin de katkısı vardır.
Asaf Savaş Akat: Sevgili İstanbul 3. Bölge Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonuna, bizi bu akşam davet ettikleri ve bu akşam beraber oldukları ve bu ilginç soruları sordukları için çok teşekkür ediyoruz. Herkese iyi akşamlar diliyorum.
|
Taner Berksoy: İyi akşamlar. Uzun bir arada sonra yaz tatilinden sonra tekrar beraberiz. Görüyorsunuz eksiğiz. Asaf ısrarla diyor ki Deniz’i tasviye ettiğimizi, bundan sonra programı başbaşa götüreceğimizi söyle. Öyle değil. Bugün stüdyoya gelirken İstanbul’da inanılmaz bir trafik var. Bu NTV stüdyoları civarında sanıyorum yol kazıları var. Bu yol kazıları 2 taraflı olarak trafiği kitlemiş vaziyette. Her birimiz yaklaşık 1 saat belki biraz daha fazla trafikte takılarak geldik. Gördüğünüz gibi Deniz halen yok. Birazdan aramıza katılacak. Az önce konuştuk yakınlarda bir yerdeymiş. O sporcu olduğu için
Asaf Savaş Akat: Umut ediliyor, rivayet ediliyor.
Taner Berksoy: Evet koşarak geleceğim dedi. Bakalım ne halde gelecek bilmiyorum.
Asaf Savaş Akat: Ama Mehmet Barlas kanter içinde koşarak gelmiş ....... biz bari seninle ben koşmadan geldik.
Taner Berksoy: Evet biz daha rahat geldik ama bizim program dosttumuz Mehmet Barlas’ta yine trafiğin bir yerinde inmiş koşarak gelmiş stüdyoya. Yani bugün böyle bir karışıklık içindeyiz. Bu İstanbul’da kış sezonu başladı anlamına geliyor. Bundan sonra vaktimizin önemli bir kısmını trafikte geçireceğiz galiba.
Asaf Savaş Akat: Evet hayırlı uğurlu olsun yeni sezonunuz aziz kardeşim yani öyle derler.
Taner Berksoy: Az daha ben en eskiniz olarak tek başıma programı açmak zorunda kalacaktım.
Asaf Savaş Akat: Yok ben yetiştim
Taner Berksoy: Sen yetiştin
Asaf Savaş Akat: Ben burada sonuç önemlidir, son dakikada, mon dakikada ben geldim.
Taner Berksoy: Yine ayarladın geldin.
Asaf Savaş Akat: İsmi zaten Ekodiyalog niye ikili demek. Bence bu başarılı bir program olacak yani şöyle bir baş ekrana. Yani bence artık 3. kaldıralım
Taner Berksoy: Üçüncüye ihtiyaç kalmadı di mi?
Asaf Savaş Akat: Bence ihtiyaç yok yani burada böyle şöyle otururuz, ondan sonra
Taner Berksoy: Zaten biraz da manasız konuşuyor konuştuğu zaman di mi çok
Asaf Savaş Akat: Evet misafir alırız, üçüncüsü olarak misafir alırız. Bence çok yakışıyor
Taner Berksoy: Ama özledik kendisini. Biliyorsunuz belki duymuşunuzdur Deniz bu yazı biraz sıkıntılı geçirdi. Bir kaza geçirdi. Uzunca bir süre hareket imkanı kısıtlandı. Şimdi de koşarak geliyorum diyor. Bilmiyorum nasıl gelecek koşarak ama herhalde kanter içinde biraz sonra gelir.
Asaf Savaş Akat: Yine bir kaza yapmasın?
Taner Berksoy: O şimdi telaşlandığı zaman öyle bir ihtimal var. Yükseliyorda ihtimal. Buralarda bir yerde ya çukura düşmüştür.
Asaf Savaş Akat: Şimdi bu konuyu arkasından konuşmayalım, yüzüne karşı konuşalım bence
Taner Berksoy: Yüzüne karşı gelince çok konuşacağız canım
Asaf Savaş Akat: Bu önemli bir konu çünkü o
Taner Berksoy: Ama biz yetiştiğimize göre konuşma hakkımız var demektir.
Asaf Savaş Akat: Doğrudur. Hayır yani şeyi de belki geldiğinde hatırlatırız hani uvertür olarak şimdi şeyini yapalım, ...... yapalım. Hani ben böye uçağa geç son anda binerek filan diye bana kızardı ama hiç bak ben programa
Taner Berksoy: Hep sana gecikiyorsun diye homurdanırdı. Şimdi
Asaf Savaş Akat: Bakalım şimdi ne yapacak?
Taner Berksoy: Bir seferde toptan intikam alma ihtimalimiz var tabi. Şimdi Asaf programın açılışında Ekodiyalog ekonomiyi değerlendiriyor diye ....... şimdi bizim tabi programda televizyon vasıtasıyla ekonimiyi değerlendirmemizde epey oldu. Ben kendi adıma şöyle diyorum. Biliyorsun genelde yazın tempo biraz düşer, ekonomi de biraz yavaşlar, olay akışı da biraz yavaşlar. Dolayısıyla böyle biraz yazın rahat bir zaman geçiririz. Bu yaz öyle olmadı. Bu yaz ekonomi de, ekonomi gündemi de çok yüklü geçti, haber trafiği de çok yüklü oldu. Şimdi istersen bunları yavaş yavaş değerlendirelim.
Asaf Savaş Akat: Yalnız bir şey söyleyeyim mi şimdi yani ben böyle başkan oldum, sen konuşacaksın ben soracağım diye böyle olmaz.
Taner Berksoy: Hayır istersen ben konuşayım.
Asaf Savaş Akat: Ben sana sorayım şimdi tabi yani şimdi o gelmedi diye Deniz, niye ben ceremesini ben çekeyim. Ben az konuşmak istiyorum.
Taner Berksoy: Niye?
Asaf Savaş Akat: Yani hakkımda rivayet çıkıyor çok konuşuyor diye
Taner Berksoy: Çok konuşuyor diye mi?
Asaf Savaş Akat: Evet onun için
Taner Berksoy: Özlemişlerdir yahu seni.
Asaf Savaş Akat: Evet, evet değerli izleyicilerimizden doğrusu biz de ayrı kaldık yani. Hakikaten çok uzadı bu.
Taner Berksoy: Bizde özledik di mi?
Asaf Savaş Akat: Evet yani Temmuz, Ağustos, Eylül ayınla 2.5 ay, 2.5 ay neredeyse 3 aya yakın olacak. Bir şey dikkatimi çekti. Biz konuşmayınca ekonomi gidiyor yani. O ilgimi çekti. Bana sanki şey gibi gelmişti. Hani biz böyle durunca ekonomi de durması lazım.
Taner Berksoy: Bilmiyorum belki bana da öyle geldi. Ben o hareketin devam ettiğini görünce biraz şey yaptım, canımda sıkıldı. Tabi şunu da tespit ettik yani biz konuşsakta konuşmasakta kendi temposunda gidiyor.
Asaf Savaş Akat: Bu garip yani beklenmedik bir şey aslında. ........ bize bağlı olması lazım.
Taner Berksoy: Hayır ekonomi bizi dinlemiyor. Kimsenin dinlediği yok ama özellikle ekonomi dinlemiyor galiba ama önemli yeni verilerde var. Yani şu anda 2005 yılı itibariyle ekonominin nasıl hareket ettiğine dair
Asaf Savaş Akat: Tabi yani ilk yarıyla ilgili çok veri çıktı. Yani ilk yarı itibariyle milli gelir çıktı Haziran sonu itibariyle. Temmuz sonu itibariyle cari işlemler dengesi
Taner Berksoy: Ödeme bilançosu?
Asaf Savaş Akat: Evet ödemeler bilançosu ve dış ticaret çıktı. Şey, ikinci çeyrek itibariyle istihdam çıktı şimdi ikinci çeyreği de bir ay geçti yani
Taner Berksoy: Yani o kabaca yılın yarısında istihdamın ....
Asaf Savaş Akat: Yani yıl yarısının istihdamını da biliyoruz. Ağustos itibariyle borç çıktı, kamu borcu çıktı. Ağustos itibariyle bütçe çıktı. Ondan sonra yani bayağı bir veri var ortada
Taner Berksoy: Peki bak şimdi şöyle yapalım;
Asaf Savaş Akat: Sen bunları bir sıraya mı sokacaksın, ne yapacaksın? Ne biçim başkansın zaten ya
Taner Berksoy: Bir çok soru var bize vtr ile aldığımız. Murat Cangan’ın sorusuyla başlayalım o bizi biraz hizaya getirecek tahmin ediyorum. Murat Canga gayri menkul danışmanı.
Murat Canga (49 / Gayrimenkul Danışmanı): Şuanda Türkiye'de insanların, siz hocalarımız gibi yüzlerinin gülebilmesi ne zaman olacak? Bu ekonomik ortamda. Ben bir gayrimenkul danışmanıyım. İnsanlar ev alırken veya kiralarken yüzleri pek gülmüyor. Gülmesi için ne yapmamız gerekiyor?
Taner Berksoy: Evet görüyorsun yani aradan 3 aya yakın vakit geçti ama soru değişmedi.
Asaf Savaş Akat: Evet yani vatandaş halen mutsuz.
Taner Berksoy: Halen gülmüyormuş yüzü. Bana kalırsa insanlar ev alırken güler, kiralarken pek gülmez zaten ya. Di mi kira daha şey?
Asaf Savaş Akat: Yalnız bu gayrimenkul tabi ilginç bir konu. Gayrimenkulde yani rakamlarda da gözüküyor. İnşaatta müthiş bir canlılık var, bir canlanma var. İnşaat sektörü 98’den itibaren çok böyle kötü bir dönem yaşadı.
Taner Berksoy: Üstüne şey de yani depremde geldi.
Asaf Savaş Akat: 97 sonunda bir, 97 sonunda böyle bir gerilemeye girdi. Böyle arada küçük kıpırdar gibi oldu ama o gerielme sürdü, sürdü, sürdü, sürdü. Şimdi bir canlılık var. Yani gayrimenkul fiyatlarının bir küçük bir hareketliliği yukarıda doğru hareketliliği izleniyordu bir süredir. O bu yaz daha belirgin hale geldi. Sektörün canlı olduğunu bir sektörün canlı olup olmadığını izlenecek yerlerden biri tabi medyadaki özellikle gazetelerdeki ilanlardır.
Taner Berksoy: İlanlar evet
Asaf Savaş Akat: Şimdi satmayan malın o kadar çok ta ilanı verilmez. Yani mal satınca rekabet yoğunlaşır. Yani iyice şey düşmüş, satışlar düşmüş belki çok eser koşullarda eğer büyük bir rekabet Pazar payı kavgası varsa reklam olur gazetelere. Şimdi baktığınız zaman gazetelerde gayrimenkullerle ilgili konutla ilgili çok ilan var.
Taner Berksoy: Ama inşaatta büyük di mi?
Asaf Savaş Akat: Tabi. Çünkü inşaat yapılıyor, projeler yapılıyor ve bunlara alıcılar var. Yani alıcı olduğu için yapılıyor. Şimdi paralelinde işte bankaların uzun vadeli
Taner Berksoy: Ama alırken gülmüyorlarmış.
Asaf Savaş Akat: Şimdi tabi o arkadaşımızın söylediği önemli bir konu. Yani vatandaş genellikle gidişattan memnun değilim diyor. Şimdi o zaman insanın tabi huylanıyor. Vatandaş değilse peki, bu konutları kim alıyor? Bu arabaları kim alıyor? Bu işte televizyonları kim alıyor? Beyaz eşyaları kim alıyor? Bu cep telefonlarını kim alıyor? Yani tabi gönlümüzün istediği gibi ferah feza mıyız? Buna evet demek zor ama şimdi mesela Amerika’ya gitsen Amerika’da sorsan orada da aynı şeyi söyleyecek adam. Kişi başına orada çıkmış 40 bin dolara. Almanya’ya git kişi başı gelir 33 bin dolar mıdır nedir? 35 bin dolar mıdır. Onlara sor, onlar da bir dertlenmeye başlıyorlar. Neredeyse rakı sofrası kurup ondan sonra ne olacak bu Almanya’nın hali diye şey yapacaklar.
Taner Berksoy: Ben şimdi bu soruyu sordurmamın bir nedeni de şu; buradan seni şeye getireceğim, büyümeye getireceğim. Şimdi yılın ilk yarısı itibariyle büyüme temposuna ilişkin bilgiler elimizde var. İnşaat hızlı, inşaatta gözle görülür bir hızlanma var ama
Asaf Savaş Akat: Evet inşaatın ilk yarıdaki büyüme hızı yüzde 20’ye geliyor. Yani ilk çeyrekte 16.5, ikinci çeyrekte 22, ortalaması 19.7 büyüme hızı. Yani inşaatta bir neredeyse bir patlama var.
Taner Berksoy: Peki ama ekonomi de yavaşlıyor.
Asaf Savaş Akat: Evet yani geçen seneki büyüme hızı çok yüksekti. Yani unutmamak lazım ki geçen sene Türkiye yüzde 10 civarında büyüdü, özellikle birinci çeyrekte.
Taner Berksoy: Sürdürülebilir bir oran değildi o di mi?
Asaf Savaş Akat: Yani böyle 2003’ün ilk iki çeyreği biraz Irak savaşının getirdiği bir tür kasılma yaşamıştı. Dolayısıyla biz burada çünkü neyi ölçüyoruz onu söylemek lazım, izleyicilerin de bilmesi lazım. Biz 1 sene öncesiyle karşılaştırıyoruz, 1 çeyrek öncesiyle karşılaştırmıyoruz. Yani 6 ay evvel öncesiyle karşılaştırmıyoruz. Öyle olunca ondan dolayı geçen sene ekonomi aniden yüksek büyüme hızları ilk yarıda yüksek büyüme hızları yaptı. Son çeyrekte de geçen sene ekonomi canlıydı. Yani orada bir yüksek ....
Taner Berksoy: Son çeyrekte yine bir hareketlenme
Asaf Savaş Akat: Üçüncü çeyrekte yazın bir böyle yavaşlaması söz konusu oldu. Onun neden olduğunu da tam anlamış da değiliz. Bu sene o şeyden sonra yani geçen senenin son çeyreğinden sonra ilk çeyrek bir önceki çeyreğe göre fazla artmadı. Yani ekonomi öyle büyük bir hamle içinde değil artık. Yani o çok net görülüyor.
Taner Berksoy: Yani tempo çok yüksek değil?
Asaf Savaş Akat: Tempo yüksek değli. Yani büyüme var, ekonomi büyüyor ama böye mucizevi insanları heyecanlandıracak, Türkiye’yi dünya çapında böyle bir büyüme performansı yapan ülke haline getirecek bir büyüme temposu yok. Şimdi burada da 2 tepsi var. Bir tepsi diyor ki; normalleşiyor ekonomi. Yani Türkiye’nin normal büyüme
Taner Berksoy: Yani normal büyüme hızı bu civarlarda anlamında.
Asaf Savaş Akat: Normal büyüme hızı nedir? Yüzde 5’tir, yüzde 5-6’dır geri gelir. Ben orada biliyorsun ben orada pek hem fikir değilim. Yani bence Türkiye’nin bütün bu çekilen sıkıntıdan sonra bütün bu yapılan fedakarlıktan sonra Türkiye’nin normal büyüme hızının da 5’in biraz üstüne, 5.5’a, 6’ya filan çıkması lazım. Yani hatta belki 7’ye yani. Çin 10 büyüyor. Tamam biz 10 büyümeyelim ama yani 90’lı yıllarda ve 2000’in başında kaybettiklerimizi düşünürsek, kaybettiğimiz zamanı telafi edecek şekilde bir süre daha hızlı yürümemiz lazım diye benim tespitim ama yani ortada orada öyle bir olay var. Özetle ekonomi büyüyor, büyüme de bu sene inşaatın katkısı çok. Hizmetlerin de katkısı çok. Bunu mukabil mesele sanayinin katkısı öyle çok şey değil. Sanayinin katkısı 4.5. Büyüme hızı da 4.3 yani sanayi ortalama kadar. Sanayinin çektiği bir büyüme değil bu tabiri caizse.
Taner Berksoy: Evet. İnşaat çeker mi şimdi?
Asaf Savaş Akat: İnşaat küçük. Yani inşaatın çekmesi için yani unutmamak lazım inşaat sanayinin milli gelirdeki payı yüzde 4.
Taner Berksoy: Ama bir çok sektörü de hareket ettirmeye bağlantısı var.
Asaf Savaş Akat: Tamam canlandırıyor filan ama yani inşaatın böyle çok böyle 2 katına filan çıkması lazım ki yani milli gelire katkı olarak öyle bir şey yapabilsin. Yani ama ekonomi büyüyor. Bu evet büyüyor. Üretim artıyor mu? Evet artıyor. Sanayi üretimi artıyor mu? Evet artıyor. İhracat artıyor mu? Az da olsa artıyor. Çok fazla artmasa da artıyor. Böyle bir büyüme süreci söz konusu.
Taner Berksoy: Ama yani geçen seneki o yüksek büyüme yok?
Asaf Savaş Akat: Yok. Ekonomide yani o heyecanlandırıcı, iyi anlamı heyecanlandırıcı. Coşku verici bir büyüme sürecinden bahsetmek zor yani.
Taner Berksoy: Daha güven verici bir tarafımız var. Enflasyondaki düşme eğilimi devam ediyor. Şimdi yine bir vtr’miz var. Yine bir vatandaşımız sormuş. Savaş Timas. Savaş bey pazarlamacı. Savaş bey de yine ev kiraları ve enflasyonlan bağlantılı bir sorusu var. Şimdi onu alalım, ona bakalım.
Savaş Tımas (32 / Pazarlamacı): Ev kiraları sürekli artıyor, ev fiyatları da artıyor ama öbür taraftanda enflasyonun düştüğü söyleniyor. Bir körükleme olayı olmayacak mı bunun neticesinde?
Taner Berksoy: Bu biliyorsun merkez bankasını da derdi. Merkez bankası da 2 dönemdir bu faizi kıpırdatmamasının gerekçelerinden bir tanesi; orada bir fiyat yapışkanlığı var
Asaf Savaş Akat: Katılık var.
Taner Berksoy: Katılık var diye düşünüyor, evet.
Asaf Savaş Akat: Yani enflasyon düşmesine rağmen. Şimdi bir bazı şeyleri tabi koymak lazım. Birincisi nisbi fiyat değişimi diye bir şey var. Yani nisbi fiyatlar değişiyor. Yani hiçbir zaman bütün fiyatlar aynı hızla artmıyor.
Taner Berksoy: Malların fiyatları birbirine göre farklı hızlarla değişiyor.
Asaf Savaş Akat: Farklı hızlarla artıyor. Ah kim geldi, kim geldi. Bak, bak, bak. Alkışlar arasında.
Taner Berksoy: Efendim en sonunda görüyorsunuz
Asaf Savaş Akat: Evet, evet, evet
Taner Berksoy: Üçüncü ortağımızda bize katıldı. Deniz’de
Deniz Gökçe: Söylediğiniz herşeyi dinledim.
Asaf Savaş Akat: Biliyorum onu söyledik yani.
Deniz Gökçe: Kapının önünde Mehmet Barlas’la da konuştum.
Asaf Savaş Akat: Evet yani. Acele sen şu mikrofonu koysan da öyle konuşsan
Taner Berksoy: Şu mikrofonu al da ekrandan da duyulsun. Sana şimdi ses provası yaptırmayacağız. Doğrudan konuşacaksın. Koşmuş gibi de bir hali yok.
Deniz Gökçe: Aleyhime söylediğiniz herşeyi dinledim radyodan.
Asaf Savaş Akat: İyi oldu.
Deniz Gökçe: Yukarıda Mehmet Barlas’la da konuştum. Dolayısıyla biliyorum hepsini.
Asaf Savaş Akat: Hayır aleyhine çok konuşmadık. Niye? Çünkü önemli olaylardı bunlar. Arkandan konuşmanın keyfi yoktu. Sen buradayken konuşmak üzere yalnız hazırlık yaptık ve hazır ve nazırız yani.
Deniz Gökçe: Benim duyduklarımı inkar ediyorsun. Ben dediğini duydum.
Asaf Savaş Akat: Yani onlar önemsiz şeyler. Şimdi gel hele bir buraya da
Deniz Gökçe: Sen dedin ki; sonuç önemlidir. Geç kalmak değil burada hazır olmak önemlidir dedin.
Asaf Savaş Akat: Aynen, aynen dedim.
Deniz Gökçe: Ben uçak kapısından girsemde yetişirim dedim. Peki geçirdiğimiz kalp krizleri ne olacak?
Asaf Savaş Akat: Vallahi onu bunu bilmem ama yani netice itibariyle bunu yani söyledim. Duymuş olduğuna da çok mutluyum yani defalarca ben oraya geç kaldım, buraya geç kaldım filan hep son anlarda geldim ama hep uçaklara yetiştim. Bak?
Deniz Gökçe: Ben bir akademik toplantıda konuşma yapıyordum. O nedenle sadece 1 saat marjim vardı buraya gelmek için. 1 saat te bu trafikte yetmiyor. Yani geçerli bir mazeretim vardı.
Asaf Savaş Akat: Motorsıklet ile gelebilirdin?
Deniz Gökçe: Ama senin gibi bu taraftan kalkıp, Sabiha Gökçen’e giderken Gebze’ye uğrayıp arka bahçedeki domatesler olmuş mu, olmamış mı diye bakmıyorum ben. Hadi tamam işimize bakalım.
Taner Berksoy: Hadi işimize bakalım. Çok dedikodu yaptınız ya
Asaf Savaş Akat: Bu şey konusuna ne diyorsun, motorsıklet’le gelmesi konusuna?
Taner Berksoy: O motorsıkleti’i bir müddet o dursun, kullanmasın.
Asaf Savaş Akat: Öyle mi?
Taner Berksoy: Evet. Yani o bir şey yapmıyorda, onu motorsıkletle görünce millet üstüne gidiyor galiba.
Taner Berksoy: Yani sende amma abarttın. 3 gün hastanede yattım, 1 ay ...... gibi. Taner bu Asaf’tan bulaştı bu özellikler sana. Neyse iyi başladık di mi?
Taner Berksoy: Şimdi iyi, çok iyi. Sezona çok iyi başladık. Şimdi eflasyonu sezon ............
Asaf Savaş Akat: Bu sezon da Deniz’in ilk programına gelemediği sezon diye geçer. Ne olabilir gecikti diye vardır ya o imamın hikayesi gibi.
Taner Berksoy: Siz yine arada şey yaparsınız. Biz bir reklam arası verelim. Biraz sakınleşti.
Asaf Savaş Akat: Bir dakika ya. Daha çocuk yeni geldi, niye öyle kapanışı veriyorsun?
Taner Berksoy: Onu bir hazırlayalım şeye, baksana çocuk kanter içinde ya?
Deniz Gökçe: Hiç kanım yok, terim yok ya
Taner Berksoy: Evet Deniz de aramıza katıldı. Tek parça haline geldik.
Asaf Savaş Akat: Hoşgeldiniz Deniz bey
Deniz Gökçe: Hoşbulduk efendim.
Taner Berksoy: Bir de çok sayıda soru var. çok soru geliyor. Demek ki insanlarda bizi özlemişler. ntvmsnbc.com adresine girdiğiniz taktirde bize mail yoluyla soru da gönderebiliyorsunuz. Şimdi Deniz tabi bir hoşgeldin konuşması yapacak herhalde di mi? Hadi 1-2 konuş, biz de enflasyonu konuşuyorduk. Savaş Timas beyin sorusunu,
Asaf Savaş Akat: Adaşım.
Taner Berksoy: Evet senin adaşının sorusunu cevaplıyorduk. Enflasyona tekrar döneceğiz. Deniz 1-2 dakika bir merhaba diyecek.
Deniz Gökçe: Şimdi arkadaşlar beni gayet iyi dinleyin. Ben bugün buraya çok kararlı geldim.
Asaf Savaş Akat: Hayırdır vay be
Deniz Gökçe: Ekodiyalog programında bundan sonra kıvırtmaca yok. Şimdi Türkiye’nin gündeminde 2 tane önemli konu var.
Asaf Savaş Akat: Hayırdır?
Deniz Gökçe: Bir inşallah konuşmadığınız şu ana kadar. Ben radyodan dinlediğim bölümde konuşmadınız. Türkiye’de cari açık büyük problemdir diyenlerle, cari açık problem değildir diyenler bir arada. Şimdi bu konuyu kıvırtmadan konuşmak lazım.
Taner Berksoy: Konuşacağız, konuşacağız. Onlarla ilgili sorularımız vardı zaten.
Deniz Gökçe: Şimdi böyle büyüme yavaşladı falan gibi konulara girdiniz. Hiç kıvırtma Asaf, sen ne kanaattesin? Büyüme rakamlarının ciddi şekilde yavaşlayacağı ve Türkiye’ye önemli ölçüde bir resesyona gireceğini. Bir kere şu resesyonun bir tanımını da yap. Türkiye nasıl resesyona girecek onu da anlat ama önce vatandaşların sorularına bir girelim. Bu 2 konuyu konuşmadan bir de özelleştirmeleri de konuşmadan da bu akşam buradan çıkmayalım.
Asaf Savaş Akat: Ya niye bunu başkan yapmadık, ne güzel çok iyi başkan olurmuş vallahi hakikaten
Taner Berksoy: O her zaman iyi başkan zaten. En iyi başkan ....
Asaf Savaş Akat: Beğeniyorum .....
Taner Berksoy: Hızlı geldi ha
Asaf Savaş Akat: Peki sen kıvırtmayınca ne anlatacaksın onu merak ediyorum.
Deniz Gökçe: 4. Levent’ten buraya koşarak gelirken bunları düşünüyordum. Adrenalin pompalıyor ya.
Taner Berksoy: Şimdi hiç kıvırtmadan konuşabileceğimiz bir konu var, enflasyon.
Asaf Savaş Akat: Enflasyon neredeydik? Kiralar.
Taner Berksoy: Bunu hızlı geçelim.
Asaf Savaş Akat: Bu çok hayır ama çok sık karşımıza geliyor. Enflasyon düşüyor demek, fiyat artışları düşüyor demek bütün mal ve hizmetlerin fiyatlarının artış hızı düşüyor demek değil. Bazı malların, bazı hizmetlerin fiyatları da düşüyor. Yani öyle sektörlerde var. Bazılarında da enflasyondan daha hızlı artıyor. Dolayısıyla insanoğlu tabi bunu şeyde de yaşıyorduk, ilk yani 60’lardan 30’lara, 20’lere düştüğünde, işte ben peynir aldım, peynir yüzde 100 arttı. Tamam da kardeşim doğalgaz da o sırada yüzde 20 düşmüştü mesela. Şimdi yani biri artıyor, öbürü düşüyor. Bu kira işini de yani neticede şeyde endekste kiranın bir ağırlık olduğunu ve enflasyon hesabına kiralardaki yüksek artışın dahil olduğu. O kiralardaki artıştan sonra enflasyon işte yüzde 8’e, 7 bilmem kaça düştü. O olmasa zaten 5’e, 4’e, 3’e düştü diye bir olay var yani bunu ....
Taner Berksoy: Bir dakika müsaade ederseniz.
Asaf Savaş Akat: Bir dakika kardeşim ben konuşuyorum.
Taner Berksoy: Şu anda maille gelen bu konuyla ilgili 2 tane çok enteresan şey var, soru var. Mustafa Köloğlu. Diyor ki;
Mustafa Köloğlu: Enflasyon yok diyorlar. Fakat 60 milyonluk evlerin fiyatı 80 milyon oldu. Bu neyin göstergesi?
Taner Berksoy: Ekrem Gökay Bursa’dan sormuş. Onun daha da enterasan bir sorusu var. Diyor ki;
Ekrem Gökay: Enflasyonun düştüğü söyleniyor. Sıfırlar atıldıktan sonra yüzde 7’deki enflasyonu yüzde diye mi okumalıyız acaba?
Taner Berksoy: Hadi buyrun Deniz bey.
Deniz Gökçe: Sıfırlar atıldıktan sonra yüzde 7 enflasyonu, yüzde 70 diye okumayacaksınız. Çünkü yukarıdan da sıfırlar atılıyor, aşağıdan da. Bir orandır o. Oranda bir şey farketmez. Onun için o faul. O kağıdı bir kenara aldık.
Taner Berksoy: Ekrem Gökay beyin sorusunu böylelikle cevapladık. Ekrem Gökay bey faul yapmış .....
Deniz Gökçe: Öbürü de tabiki demin Asaf onu vurgulamaya çalıştı. Yani toplam harcamaların içinde bir ağırlığı vardır her kalemin. Bazı şeyler yükselir, bazı şeyler alçalır ama bu şurada noktayı da Asaf’ın dikkatini çekmek istiyorum. Onun da bildiği bir konu bu. Şimdi bir kontrat kira yani domatesin fiyatı bu mevsimde düşer, sonra artar. O geçici bir şeydir. 3 vakitte domates enflasyonu düşebilir ama sen 2 yıllık kontratın altına imza attın mı oraya da bir de şu kadar arttırılacaktır diye bir şart koydun mu, o zaman kalıcı bir hijilite koymuş oluyorsun. Dolayısıyla kira enflasyonunun belki özel bir durumu var di mi?
Asaf Savaş Akat: Tabi yani bir de şimdi şu da nasıl petrolün fiyatı di mi yükseliyor. Yükselmedi diyecek halimiz yok. 10 dolar, 20 dolar, 30 dolar, 40 dolar, 50 dolar, 60 dolar, 70 dolar. Şimdi kimse buna ama enflasyon demiyor. Di mi bu bir enflasyon değil. Ne oluyor burada? Petrolün fiyatı yükseliyor. Niye petrolün fiyatı yükseliyor? Petrol arz ve talep dengesinde bir olay var. Dolayısıyla petrol üreticileri zil takıp oynuyorlar çok mutlular. Petrol kullanıcıları da mutsuzlar. Karalar bağlamışlar, artık demin sorudaki gibi yüzleri gülmüyor onların. Şimdi aynı şeyi konutta da görmek lazım. Konutta da aniden bir konut talebi geliyor. Konut talebi geldiğinde konutun üretimi zaman alıyor. Yani şimdi konut talebi aniden arttığında insanlar ekonomi iyiye gidiyor, biraz şartlar iyileşti, kredi imkanları daha iyi bir eve geçeyim, daha iyi bir evde oturayım dediklerinde bir konut talebi geliyor. Konut arzı olmayınca konutun fiyatı yükseliyor. Yani dolayısıyla şey değişiyor.
Deniz Gökçe: Tamam. Konut fiyatını anladım.
Asaf Savaş Akat: Yani bu enflasyon
Deniz Gökçe: Kira?
Asaf Savaş Akat: Hayır kira da aynı şekilde. Kira da konut fiyatını yakından ilgili. Konut talebi geldiğinde kiralanacak konut sayısı da kısa dönemde sınırlı olduğuna göre, üstelikte uzun süre Türkiye’de yatırım amacıyla, çünkü kiralanan konut yatırım amacıyla alınmış konuttur. Uzun süre yüksek faizlerden dolayı kimse yatırım amacıyla konuta ilgi duymamış. Böyle
Deniz Gökçe: Bizim damat oturmuyor orada. Başkası oturacak
Asaf Savaş Akat: Böyle bir olayda var. Bunların hepsini topladığında aniden arz
Taner Berksoy: Bir de ev sahiplerinin enflasyon hafızası ötekilerininki kadar hızlı temizlenmedi galiba.
Asaf Savaş Akat: Ya olur mu öyle şey yani.
Taner Berksoy: Ama öyle ..........sen yüzde 30, yüzde 40, yüzde 25
Asaf Savaş Akat: Bu tam optik bir ilüzyondur. 2001’de kriz sonrasında
Taner Berksoy: Optik, moptik yapıyorlar.
Asaf Savaş Akat: Kriz sonrasında ev kiraları sürekli 2 yıl boyunca enflasyonun altında arttı. Niye? Kriz gelince talep kalmadı, talep kalmadı hayır ama ne oldu?
Taner Berksoy: Şimdi onun acısını alıyorlar.
Asaf Savaş Akat: Arz talep diye bir şey var. Ev fiyatı kira artınca
Deniz Gökçe: Bir dakika dur, Türkiye Cumhuriyetinde arz talep yoktur.
Asaf Savaş Akat: Onu kiralamak isteyen bir adam oluyor. 2001 de kimse kiralamayınca çoktu şeyler, kiralar. Yani onun için
Taner Berksoy: Bu konut işini çok konuştuk.
Deniz Gökçe: Ama yine de kira kontratının daha uzun vadeli bir kontrat olduğunun altını yine çiziyorum ben aslında.
Asaf Savaş Akat: Doğrudur buna katılıyorum ben. Yani orada enflasyondaki hareketlerin konuta yansıması yavaş olur ama o sektörde arz ve talepten etkilenir. Dolayısıyla tek mal
Deniz Gökçe: Kira önemli bir kalem bazı gelir düzeylerinin içinde. Yani sen şimdi kiraya 500 milyon lira veriyorsan gelirin de 1 milyarsa o kiraların ..... hale gelmesi, yüksek olması falan çok önemli sonuçları olan bir şey.
Asaf Savaş Akat: Tabi sosyal olarak çok önemli bir olay.
Taner Berksoy: Bu konut işini çok konuştuk. Şimdi konuyu değiştireceğim. Yine bir vtr’miz var. İrfan Çevik bey soruyor soruyu. Bu hem enflasyonla ilgili, hem cari açıkla ilgili. Dikkat ettiyseniz geçtiğimiz hafta gazetelerden birinde çok esprili bir haberi vardı. Enflasyonda küme düştük deniyor.
Asaf Savaş Akat: Ya hakikaten nerede o eski günler ya
Taner Berksoy: İrfan bey onu soruyor. Dinleyelim.
Asaf Savaş Akat: Türkiye ilk 5’e, ilk 4’e girerdi, 40’lara, 50’lere düştük yani.
Taner Berksoy: Şimdi İrfan Çevik beyin sorusunu alalım vtr’den. Oradan da zaten cari açığa geçeriz.
İrfan Çevik (24 / Teknisyen): Hocalarıma şöyle bir soru sormak istiyorum. Bu cari açık ülke enflasyonuna nasıl bir zararı var birinci sorum bu. İkinci sorum da; daha yeni bu sabah bir gazetede okudum. Imf'de ülkemiz enflasyonda küme düşmüş. Devamlı iyiye gidiyor diyorlar, enflasyon devamlı iyiye gidiyor diyorlar ama Imf'nin şeylerinde küme düştüğümüz söyleniyor. Bu ne anlama geliyor?
Taner Berksoy: Yani şunu soruyor; siz hep enflasyonda iyiye gidiyoruz diyoruz, diyorsunuz. Gazete de diyorki; küme düştü bunlar.
Asaf Savaş Akat: Aslında şey söylemiş. Küme düşmedik, küme yükseldik. Yani biz şimdi en alttaki ligdeydik, kaçıncı 6. ligde filandık
Deniz Gökçe: Çok yüksek enflasyonumuz vardı
Asaf Savaş Akat: Çok enflasyonlarla falan
Taner Berksoy: İkinciydik falan di mi?
Asaf Savaş Akat: Bir ara neredeyse birinciliğine yani böyle bir şey yaptık.
Taner Berksoy: Şimdi oradan aşağıya doğru iniyoruz.
Asaf Savaş Akat: Adını zor hatırladığım bir ülke bir Afrika ülkesi galiba bizden yukarıdaydı. Bir de belki şey olabilir. Orta Asya’da falan birisi. Şimdi böyle hızla
Deniz Gökçe: Düşüyor enflasyon
Asaf Savaş Akat: Evet, evet
Deniz Gökçe: Dolayısıyla enflasyonda zirvede değiliz, enflasyon düştü bizde felaket listesinden iyiye doğru gittik anlamında söyleniyor küme düşme yani küme düşmek kelimesinin yorumlanması
Asaf Savaş Akat: Hayır orada bir espri yapmışlar. Orada küme aslında küme yükseldik biz.
Deniz Gökçe: Evet ama yani izleyicinin söylediğinde küme düşmek iyileşmek anlamına geliyor burada.
Asaf Savaş Akat: Evet yani orada bir espri var.
Deniz Gökçe: Ama cari açıkla ilişkisini söyle bakalım.
Asaf Savaş Akat: Cari açıkla arası gayet iyidir. Cari açık ne kadar çok yüksek olursa enflasyon o kadar düşer.
Deniz Gökçe: Ucuz ithalat girdiğinde ....
Asaf Savaş Akat: Ucuz ithalat yerli üreticiye zam yapma imkanı vermez. Girdiler ucuzlar, dolayısıyla
Deniz Gökçe: Ama istihdam ve büyüme etkisi de kötü olur.
Asaf Savaş Akat: Tabi o ayrı ama onu sormuyor. O da enflasyonu düşürür zaten. Yani istihdamın azaltmasın, büyümenin talebin kısılması tekrar enflasyonu düşürücü etki yapar.
Taner Berksoy: Peki şimdi İbrahim Şenel bey bize maille göndermiş sorusunu. Diyor ki;
İbrahim Şenel: Cari açığın sürdürülebilmesi olasılığı nelere bağlı olarak değişmektedir?
Taner Berksoy: Şimdi bu cari açık hemen hemen herkesin kafasında ......
Asaf Savaş Akat: Onunla ilgili de vtr var mı cari açıkla ilgili?
Taner Berksoy: Şeyle ilgili ona geleceğim, develüasyon var tabi yine her zamanki klasik sorularımızdan biri. Yine isterseniz onu da alalım.
Asaf Savaş Akat: Yok bence bir kere Deniz şu ....... birşeyler dedin demin ne anlaşılmadı. Vatandaş ......
Deniz Gökçe: Cari açıkta kıvırtmıyoruz.
Asaf Savaş Akat: Hadi söyle bakalım ne diyorsun sen?
Deniz Gökçe: Ben tezimi söylüyorum.
Asaf Savaş Akat: Şimdi bir kere rakamları söyle kardeşim. Rakamlar nedir? Ne değildir?
Deniz Gökçe: Rakamları herkes biliyor. Tahminler işte
Taner Berksoy: 15 bin, 15 bin ......
Deniz Gökçe: Gayri safi milli hasılanın yüzde 5’i, 6’sı Allah ne verdiyse gidiyoruz. 15 milyar dolarda elimizdeki son 15.5 milyar dolar son rakamdı.
Taner Berksoy: Evet ama .........12 milyar dolar döviz fazlası var.
Deniz Gökçe: Hadi digital söyle bakalım ......
Asaf Savaş Akat: Abi ne diyormuş 7 ayda 15 milyar dolar. 24 ayda ne eder?
Deniz Gökçe: Finansman konusu endişe yaratıyor bunun. Senin tahminin bu seneki özelleştirmelerin diyelim kabaca yarısı yabancılardan gelen fon olsun, okey? Diğer özelleştirmeler de yani şimdi şöyle söyleyeyim. Koç holding bir şirketi özelleştirmede aldığı zaman Tüpraş’ı Rahmi beyin evinde kasada duran 5 milyar dolar mı birden bire harcanmaya başlıyor yoksa
Asaf Savaş Akat: Öyle mi oluyor ben bilmiyordum?
Deniz Gökçe: Yoksa yurtdışından bir finansman olanağı sağlanıp peşin ödenecek .....
Asaf Savaş Akat: Yarın gazetelerde çıkar. Deniz Gökçe dedi ki; Rahmi Koç evdeki kasadan 5 milyar dolarla Tüpraş’ı almış. Evet
Deniz Gökçe: Yoksa yurtdışından bir finansman sağlanıp o finansman Türkiye’ye getirilip onunla devlete ödeme mi yapılacak di mi? Dolayısıyla özelleştirmenin önemli ölçüde Türkiye içinden satın alanlarda olsa yabancı satın alanlarda olsa önemli bir kaynağı yurtdışından döviz .....
Taner Berksoy: Döviz alarak gelecek.
Deniz Gökçe: Dolayısıyla o dövizin tabi girişinin tipi değişiyor ama özelleştirmelerin yarısı dışarıdan gelen bu tip kaynakla karşılanmış olsa özelleştirmeler hukuken engele takılmadığı taktirde 5-10 milyar dolar arası net bir giriş olacaktır. Senin cari denge açığın nereye gidiyor o zaman?
Taner Berksoy: Şimdi bak bir dakika. Benim şöyle bir görüşüm var. dünya da aynı şekilde düşünüyor. Bu sermaye hareketleri, serbest ilave bir döviz arzı , zaman zamanda büyük çıkışla bir döviz arz daralması yaratıyor ya, buradan hareketle deniyor ki; bu cari işlemler hesabı biliyorsunuz, ödeme bilançosunun sadece bir parçası. Döviz kurunun hareketine oradan bakarak şey yapmak.
Deniz Gökçe: Bilanço kelimesini protesto edeceğim de sonra
Taner Berksoy: Ödemeler dengesi biliyorum seni şeyini. Bütün şeye bakmamız lazım, bütün hesaplara bakmamız lazım. Bakın Temmuz sonu itibariyle o hesaplara baktığınızda cari dengede 15 milyar lira açık var,
Deniz Gökçe: Dolar
Taner Berksoy: 15 milyar dolar. Ödeme dengesinin genel dengesinde 12.493 milyon dolar fazla var. Giriş ondan da fazla. 22 milyar dolar. Şimdi bu durumda bir de senin dediğin gibi
Deniz Gökçe: Hayır net döviz girişi anlamında söyledim, evet.
Taner Berksoy: Tabi, tabi net döviz girişi o. Bu durumda senin dediğin gibi eğer bir de özelleştirmelerden gelen gelir şey yaparsak, cari açığın finansmanıyla ilgili bir sorunumuz olmadığı gibi
Deniz Gökçe: Yani1 yıllık perspektifte böyle bir şey olmayacak.
Taner Berksoy: Bu kuru da bayağı baskı altına alacak galiba.
Deniz Gökçe: Tabi
Taner Berksoy: Kıvırtmıyoruz, görüyorsun bak açık açık konuşuyoruz.
Deniz Gökçe: Güzel.
Taner Berksoy: Di mi?
Deniz Gökçe: Peki özelleştirmeler hukuki engele çarpar mı? Esas bence gündemdeki konu bu.
Taner Berksoy: Ben çok sanmıyorum.
Deniz Gökçe: Sen ne diyorsun Asaf?
Taner Berksoy: Yani özelleştirmeyi doğrusu ya özelleştirmeleri medyadan izliyorum ama yani böyle bir profesyonel bir gözle izlediğimi söylersem abartmış olurum.
Taner Berksoy: Kıvırtıyor.
Asaf Savaş Akat: Onun için bir şeyim yok yani böyle çok kesin bir kanaatim yok ama benim görebildiğim kadar, bende şöyle bir intiba oluşmaya başladı. Konuşmuştuk daha evvel, bu hükümetin, bu iktidarın belli bir noktasında büyük bir ihtimalle 2-2.5 yıl sonra diye düşünüyorduk zaten yani 3. yıl içinde böyle bir özelleştirmelerde hızlanma olur diye düşünüyorduk, hakikaten oldu. Şimdi tabi yani daha genel bir çerçevede bakmak lazım. İşte Avrupa Birliği, 3 Ekim süreci, işte demokratikleşme hükümetin yavaş yavaş sürece hakim olması bütün bunlar toplandığında bu gider. Yani biri iptal olsa yeniden yapılır, o bilmem ne olursa yeniden yapılır. Artık yani o
Taner Berksoy: Bu özelleştirmeyi biraz daha konuşalım.
Asaf Savaş Akat: Kritik eşiği aştılar gibime geliyor benim.
Taner Berksoy: Çok ta kıvırtmadan. Şimdi tekrar
Asaf Savaş Akat: Ben bir reklam arası verdirecektim sana
Taner Berksoy: Bir reklam arası vereceğim.
Asaf Savaş Akat: Kıpır kıpır olduk şu anda.
Taner Berksoy: Bende biraz kıpırdamaya başladım. Bir reklam arası veriyoruz, hemen döneceğiz.
Deniz Gökçe: Pembe gömleğinde ne kadar yakışmış.
Taner Berksoy: Onun için kıpırdıyorum zaten. Evet Ekodiyalog’a devam ediyoruz. Cari açık meselemiz var onu konuşuyorduk. Deniz’in emirlerine uygun olarak ta hiç kıvırtmadan konuşuyoruz. Sen henüz o konuda fikrini söylemedin. Şimdi cari açıkla bağlantılı olarak
Deniz Gökçe: Şöyle kravatı olan biri kıvırtmadan yapabilir mi ya?
Taner Berksoy: Çok kıvırgan bir kravat di mi?
Deniz Gökçe: Kravata bak
Asaf Savaş Akat: Güzel ...... kravatım benim
Taner Berksoy: Peki bir soru alalım. Bu da yine cari dengeyle ilgili, onun etkileriyle ilgili. Bahri İşlek bey, serbest meslek sahibi Bahri bey. Onun bir sorusu var, onu alalım ondan sonra hem cari dengeyi hem Bahri beyin sorusunu bir arada değerlendirelim.
Bahri İşlek (34 / Serbest Meslek): Piyasada tekrardan yıl sonuna doğru bir develüasyon spekülasyonları dolaşıyor. Bunun doğruluk derecesi nedir? Var mı böyle birşey? Bu konuda bizi bilgilendirirseniz sevinirim, teşekkürler.
Asaf Savaş Akat: Evet onları soracağım işte ne güzel anlatıyor.
Deniz Gökçe: Şimdi ben her zaman söylüyorum. Perşembe günü 4.5’ta kurlar patlar abi.
Taner Berksoy: Kıvırtmak yok, ciddi cevap verin
Deniz Gökçe: Ben kesin söylerim. Perşembe günü 4.5, 5’e kalabilir biraz mevsim değişiyor
Taner Berksoy: Sen ne diyorsun develüasyon konusuyla. Biz bu senede bu develüasyon işinle uğraşacağız. Bu cari açık devam ettiği müddetçe de uğraşacağız anladığım kadarıyla.
Asaf Savaş Akat: İyi ama yani o şimdi Deniz’in söylediği gibi ilkbaharda dendi, kurlar yukarı gider, gitmedi. Eylül-Ekim gibi olur dendi işte gitmedi. Şimdi yılbaşına doğru deniyor. Bence yine gitmeyecek. Sonra yine Mart-Nisan’da bir şey olur denecek, büyük bir ihtimalle yine olmayacak filan. Yani bu piyasada dolaşan rivayetleri vatandaşın ciddiye almaması gerektiğini düşünüyorum açıkçası.
Deniz Gökçe: Kurlar biraz yukarı kıpırdarsa ne iyi olur. Yoksa ......... kardeşimizi kaybedeceğiz.
Asaf Savaş Akat: Hayır yani şimdi
Taner Berksoy: Aslında biraz kıpırdansa iyi olur
Asaf Savaş Akat: Bu kurlardan doğrusu bende umutsuzum çok, çok umutsuzum. Bu kurlar kötü bir kurlar, yani hakikaten bu kur kötü. Cari açıkla ilgili bir şey söyleyeyim mi?
Deniz Gökçe: Söyle
Asaf Savaş Akat: Şimdi bu benim hakikaten bu iş epeyde kafamı taktığımı biliyorsun böyle rakamlara zaten takarım kafayı. Şimdi burada bir ilginç olan, hayır burada ilginç bir olay var. Mesela şimdi eskiden denirdi ki efendim Türkiye ekonomisi hızlı büyüyünce dış kaynak girdiği için hızlı büyür. Dolayısıyla hızlı büyüyünce ithalat artar dış açık olur.
Deniz Gökçe: Nihayet forma girdi.
Asaf Savaş Akat: Şimdi bakıyoruz. Büyüme düşmüş yüzde 4’e, 4.3’e geçen seneye aynı dönem için çünkü bu dönemler aynı. Geçen seneden 10-15 ay dış açık yüzde 50 büyümüş, ekonomi yüzde 4 büyümüş. Burada bir şey var. Yani birşeylerin
Deniz Gökçe: Ne o bir şey?
Asaf Savaş Akat: Ne olduğunu bilmiyorum. Merak ediyorum bende zaten. Söyler miyim bilsemde. Yani tabi yavaş yavaş yani
Deniz Gökçe: Bilsem söyler miyim gizli hislerimi
Asaf Savaş Akat: Evet bunun bir heyecanı
Taner Berksoy: Bunu şimdi 1 seneye yayacak, yaza kadar bunu yavaş yavaş
Asaf Savaş Akat: Bunun bir heyecanının olması lazım. Şimdi mesela çok ilginç bir rakama doğru gidiyoruz. 22 millyar, 23 milyar dolardan bahsediliyor. 24 milyar dolardan bahsediliyor cari işlemler açığı. Şimdi bizim bu seneki milli gelirimiz 350 milyar dolar civarında. 24.5 milyar dolar cari açık demek, milli gelirin yüzde 7’si demek. Milli gelirin yüzde 7’si büyüklüğünde bir ... bu büyük bir olay.
Deniz Gökçe: Buna rağmen döviz fazlamız var.
Asaf Savaş Akat: Üstelikte cari açık büyüdükçe döviz fazlamız artıyor. Şimdi orada öyle bir olay var. Tamam mı ben onu yazdım. Dedim ki; ya bu şeyde 2000 de yıllık cari açık 10 milyar dolar oldu, 2 ay sonra Şubat krizi oldu. Şimdi 6 aylık cari açık 15 milyar dolar, kur da aşağı doğru gittikçe gidiyor, gittikçe gidiyor. Merkez bankası yine bu şeyde 6 milyar dolar filan aldı yani bu yıl. Ya 6 ya 7 milyar. Hatırlamıyorum ama 6 milyar dolar civarında döviz aldı. Onu da hazine aldı sonra merkez bankasından. Ancak onunla kur’u tuttular. 1.300’ün altına yani bu düzeyin altına düşmesine ama yani ortada ilginç bir durum olduğunu kabul etmek lazım.
Deniz Gökçe: Biliyor musun bu konuyla dalga geçtiğimiz için sonunda Anadolu seyahatlerinden birinde taşlanacağız biz, biliyorsun di mi? İnsanlar orada kur yüzünden felaket duruma düşmüşler.
Asaf Savaş Akat: Anladım ama yani bende istiyorum da yani ortada yani bir olay var. Yani farklı bir durum var. Bu farklı durumun ne kadar analizinin doğru yapıldığını ben dahil çok emin değilim. Şimdi ilk günden tabi bütün elimizi açmayalım.
Deniz Gökçe: .......mütevazi takılmaya başlamış
Asaf Savaş Akat: Yok yani şıklıktır o bir yerde mütevazilik değildir de yani böyle bir şıklık yaptık.
Taner Berksoy: Şimdi herhalde izleyicilere de söylemek lazım. Tahmin ediyorum bu sene farklı bir Asaf Savaş Akat izleyeceğiz.
Deniz Gökçe: Kravattan belli oldu zaten.
Taner Berksoy: Yo onun kravatları zaten belli
Deniz Gökçe: Asaf onu balkondaki şezlongun kumaşından yaptın di mi?
Asaf Savaş Akat: Fevkalade gururluyum kravatımdan. Sen de bir ara ilkbaharda şeydin, böyle daha bu motorsıklet kazası sana, ya anlatsana nasıl oldu şu motorsıklet kazası ya.
Taner Berksoy: Rivayete göre birisi ona çarptı.
Deniz Gökçe: Tam saatin geldi mi? Geç kaldık, motorsıklet kazası,
Asaf Savaş Akat: Gelmedi daha yavaş bunlar, yavaş yavaş
Deniz Gökçe: Bak şöyle bir atraksiyon
Asaf Savaş Akat: Böyle bir imkanı tek seferde kullanır mıyım? Yayayacağım.
Deniz Gökçe: Gelecek haftalardaki programların birinde stüdyoya motorsıkletle gelip akrobatik hareketler yapacağım. Böylece protesto etmiş olacağım seni.
Asaf Savaş Akat: Yakışır da. Evet hocam bir sorun var mı?
Taner Berksoy: Şimdi konuyu değiştireceğiz. Yine gündemde çok önemli sorulardan bir tanesi. Özelleştirmeler. Birden tempo arttı, yoğunlaştı. Şimdi şöyle bir şey yapacağız. 2 tane peş peşe soru alacağız. İkisi de özelleştirmeyle ilgili. Bizde özelleştirmeyi çok yakından özellikle takip eden Deniz ve onun cevabıyla başlayacağız. Önce Bilal Kargı beyden soruyu alıyoruz. Bilal Kargı bey meslektaşımız, iktisatçı.
Bilal Kargı (31 / İktisatçı): Benim hocalara sormak istediğim soru şu olacak; Bildiğimiz gibi Amerika’da veyahutta Japonya'da, Avrupa Birliği ülkelerinde özelleştirmeler veyahutta daha doğrusu kamu kesiminin çalışacağı sektörler, kritik söktörler analizi yapıldıktan sonra belirleniyor. Acaba ülkemizdeki özelleştirme faaliyetleri böyle bir kritik sektör analizi yapıldıktan sonra mı gerçekleştiriliyor yoksa sadece maliye bakanlığının bahsettiği gibi gelir getirisinde nasıl olursa olsun gibi düz bir ticaret mantığıyla mı gerçekleştiriliyor? Ben bunu sormak istiyorum.
Taner Berksoy: Evet Bilal beye teşekkür ediyoruz. Bilal beyin sorusunu aldık ve çok yakından ilgili bir başka sorumuz daha var. Hemen onu da alacağız. Emrah Yelboğa bey. Emrah Yelboğa beyde hiç bizim mesleğimizle ilgisi yok. Moleküler biyolog.
Asaf Savaş Akat: Ya bu sorular iyi de. Hep vatandaş konuşuyor yani. Çocuk hiç konuşamadı Deniz yani.
Taner Berksoy: Bu vatandaşın programı, gayet tabi vatandaş konuşacak.
Asaf Savaş Akat: Bu lafı da popülist oldu, vatandaşın programı diye
Deniz Gökçe: Pembe gömlek.
Taner Berksoy: Şimdi Emrah beyin sorusunu alalım. Vatandaşın şeyini kesme. Emrah beyde;
Emrah Yelboğa (25/ Moleküler Biyolog): Tüpraş neden özelleştiriliyor? Bunun nedeni nedir? Yani kâr eden bir kuruluş olmasına rağmen neden özelleştirilmesine gerek duyuluyor?
Taner Berksoy: Evet Deniz şimdi her 2
Deniz Gökçe: Hemen bana bir söz ver.
Taner Berksoy: Tabi tabi her iki dostumuzun sorduğu sorularda çok kafalarımızı kurcalayan, yani genelde insanların kafasını kurcalayan
Asaf Savaş Akat: Kıvırtmadan, net
Deniz Gökçe: Hayır kıvırtmadan
Taner Berksoy: Kıvırtmayacaksın.
Deniz Gökçe: Şimdi bir izin vereyim ciddi konuşacağım şimdi.
Taner Berksoy: Şimdiye kadar ciddi konuşmuyor muydun?
Asaf Savaş Akat: Şimdiye kadar gayri ciddi miydin?
Deniz Gökçe: Bir kitap göstermek istiyorum. Şu kameradan arkadaşlar alsınlar karşı kameradan. Bir zoom etsinler. Bir tane bence çok iyi bir kitap yayınlandı geçen ay. Bu sep ve dünya bankasının müştereken ve bir Türk meslektaşımızın Sübidey Togan’la Bernard Hoekman’ın beraber çıkarttıkları ve Türkiye’ye Avrupa Birliği ile birleşmeye doğru giderken ekonomik reformlar. Özelleşme bunların bir parçası, bu bir.
Taner Berksoy: Sübidey’in epeydir sesi çıkmıyordu o çok güzel bir şey
Deniz Gökçe: Ama bunun içinde en az 30 tane makale var ve her sektörde Telekom, Gaz, bilmem imalat sanayii, perakende falan onların sektör analizleri de var. Dolayısıyla bunu göstermek istedim. Şimdi özelleştirme önce Telekom’la patladı. Nedir? Sabit telefon satılıyor Türkiye’de Telekom’un. O hafta şu başlık var bunu da gösterelim. Okunabilsin lütfen zoomlayalım. Bu ekonomist dergisinin
Asaf Savaş Akat: Alında bir de bu şeylere
Deniz Gökçe: Asaf bir dakika müsaade et.
Asaf Savaş Akat: Ekodiyalog izleyicilerine İngilizce dersi de versek yavaş yavaş
Deniz Gökçe: Hayır hayır. Asaf ciddi bir şey söylüyorum.
Taner Berksoy: Tamam şimdi Deniz’i zoom’layabilirsiniz artık.
Deniz Gökçe: Şimdi bu da ekonomist Türkiye’de Telekom özelleştirmesinin olduğu hafta şunu diyor. Diyor ki; internet sabit telefonu nasıl öldürdü diyor.
Taner Berksoy: Onu en iyi o biliyor, o kullanıyor internet .......
Deniz Gökçe: İnternet sabit telefonu nasıl öldürdü? Çünkü ........ diye bir şey var. Sen sabit telefondan veya cep telefonundan internete giriyorsun, öbür tarafta iniyorsun yeniden sabit telefon yani cep telefonunda ve neredeyse bir telefon konuşmasının dakika maliyetini sıfıra indiriyor. Dolayısıyla sabit telefon şirketinin istikbali veya salt cep telefonu şirketi olan istikabali karanlık. Yatırım yapıp ürünü ve çeşitli kullanımını arttırmak lazım. Şimdi soru geliyor dayanıyor. Türkiye’de telefon özelleştirmesi gerekli mi? O kâr ediyor. Rakam veriyorum. Şimdi bizim bütçe açığımız olduğu için bizim bütçe olduğumuz için açığımız olduğu için ve borç ortamında Türk Telekom’un gelirleri bütçeye aktarılıyor. Dolayısıyla Türk Telekom kâr ediyor ama o kârını kullanma fırsatı yok ve bu gelirlerinden yaptığı telekominikasyon yatırımı bizde yüzde 11 civarında, Avrupa Birliği aday ülkelerde yüzde 29 civarında, Avrupa Birliği ortalaması da yüzde 23. Yani Telekom’un kazandığı para Telekom yatırımına gitmiyor. Dolayısıyla hizmeti çeşitlendirip teknolojiye ayak uyduramıyor. Diğer taraftan yatırım olarak baktığımız zaman da yatırım rakamlarına da bakıldığında Türkiye’nin Telekom’da yaptığı yatırım rakamı 80’lerde çok yükselmiş, ondan sonra önemli ölçüde düşmüş. Dolayısıyla biz yeni yatırım yapamadığımız için Telekom’u geliştiremiyoruz, teknolojik gelişmeye ayak uydurarak. Diğer taraftan elde ettiği geliri de bütçeye götürüyoruz. Dolayısıyla buradan mutlu bir son çıkması mümkün değil. Ayrıca da Avrupa Birliği normlarına da katılma, uyma kararı verdiğimiz için 2004 yılı itibariyle liberalleştirme kararı da almışız. Bu nedenle Telekom özelleştirilmesi öyle kârlı niye satıyoruz falan filan gibi bir konu değil, iktisatçı olan arkadaşın sorduğu soru çok önemli. Niye yapıyoruz diyor. Bunların hepsinin uzun uzun çalışmaları yapılıyor ve onların sonucunda bu kararlar alınıyor. O da bu kitapta gayet güzel anlatılıyor tarihsel .....
Taner Berksoy: Peki bir kritik sektör analizi var mı? Yani özelleştirme ona mı dayanıyor? Yoksa sadece hasılat bağlamında da mı?
Deniz Gökçe: Tabi var, hepsi yapılmış durumda. Yıllarca sürer ......
Taner Berksoy: Peki Tüpraş’taki şey ne? Tüpraş kârlı.
Deniz Gökçe: Şimdi Tüpraş’ta ilginç bir durum var. Tüpraş’ın durumuna baktığınız zaman onu detaylı bir şekilde yazdım ben. Mesela Tüpraş’ı almaya kalkan bir Macar şirketi vardı MOL. Şimdi Mol kabaca 4 tane rafineri sahibi. Aynen Tüpraş gibi. Tüpraş’ın 2 rafinerisi İzmit ve İzmir. Onlar büyük çapta rafinerler ama Kırıkkale İzmit’in yarısı kadar, Batman’da çok küçük. Yani biri 11 milyon ton, öbürü 5, öbürü 1 boyutunda falan. Yani bu 2 rafineriden 1.5’u falan sosyal yatırım. Şimdi burada yatırım yapılması lazım, geliştirilmesi lazım.
Taner Berksoy: Yani ölçeğin büyümesi lazım?
Deniz Gökçe: Ölçeğin büyümesi lazım. Ayrıca da bunun üst tarafında araştırma falan gibi yatırımı yapamıyor, ithal ediyor petrolü. Alt tarafında da perakendeyi eskiden kendisi yapardı Türkiye petrolleri bütünün üstünde yapardı. Dolayısıyla rafine kapasitesinin geliştirilebilmesi için yatırım yapılması lazım ve diğer sektörlerde de gitmesi lazım, yukarıda araştırmaya aşağıda
Taner Berksoy: Şimdi bu Tüpraş’ta zaten bir yatırım zorunluluğu var galiba di mi ihale sürecek?
Deniz Gökçe: Şu andaki durumuyla 1 milyar dolar civarında 10 yıllık bir programa girilmişti. 2 milyar dolarlık falan bir yatırım gerekiyordu. 1 milyar doları yapılmıştı, 1 milyar doları daha yapılması lazım şu anda. Ayrıca Tüpraş’ın bir de borcu var. Mesela 700 milyon dolar civarında bir borcu vardı. Bu yılın karı 400 milyon dolarla, onu 300 mertebesine falan indirmişlerdi. Bu son bir kaç ayın rakamları petrol fiyatının artışından faydalanarak. Petrol fiyatı düştüğü zaman farklı bir ortam gündeme gelecek. Dolayısıyla yani Tüpraş olsun, Telekom olsun buralarda yatırım yapamadığımız için ve gelirlerine de el koyup kendilerinin yatırım yapmasını engellediğimiz için, bir de borçlar olduğu için
Asaf Savaş Akat: Yani ben bir, ben burada
Taner Berksoy: Bir reklam arası vereyim. Bununla dönelim.
Asaf Savaş Akat: Öyle mi yani
Taner Berksoy: Bir 5 dakikalık şeyimiz var. Ben senden başka bir şeyde konuşturacağım sana.
Asaf Savaş Akat: YA bu konuda ben çok kısa bir şey söylemek istiyorum ama onlar girelim.
Taner Berksoy: Tamam. Evet son bir reklam aramız var. Hemen döneceğiz. Evet bu sezonun ilk Ekodiyalog programının son aşamasına geldik.
Asaf Savaş Akat: Programa eksikli başladık ama neyse
Taner Berksoy: Eksikli başladık ama tamamladık. İyi de
Deniz Gökçe: Ben sözü Asaf’a vermeden evvel bir rakam söyleyebilir miyim başkan?
Taner Berksoy: Yine şeyden devam ediyoruz, özelleştirmeden devam ediyoruz.
Deniz Gökçe: Bir rakam vereceğim. Bu özelleştirme şüphesi olanlara. Resmi hazine rakamlarına göre tüm kitlere, tüm 1985-2004 arasında hazinenin transfer ettiği para 25 milyar dolar 85-2004 arasında. Vergi sonrası toplam kit zararı da 21 milyar dolar. Yani 85-2004 arası devlet çökerken kit sistemi denen bence ..... sende tartış. Modası geçmiş bir sistemi Türk toplumu arpalayıp durmuş. İşin özeti budur.
Asaf Savaş Akat: Yani ben aslında oradan devam etmek lazım. Yani bu sorudaki soruyla ikisine de, ikisinde de var olan optikle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Yani Türkiye’de insanlar bir şeye karar vermeleri lazım. Yani bir şeyi öğrenmeleri lazım da diyebiliriz belki ama en azından karar vermeleri lazım. Yani devlet işletmeciliği iyi midir, kötü müdür? Yani devletin klasik devlet fonksiyonları dışında genellikle özel teşebbüsün yaptığı, giderek artarak özel teşebbüsün yaptığı hani bir ara ne bileyim Amerika dışında Avrupa ülkelerinde de pek çok sektörde devlet ağırlığı vardı ama bunlar kalmadı. Şimdi bu işlere devletin girmesi iyi bir şey midir? Yani burada 2 tavır olabilir. Biri diyebilir ki ya iyidir. Yani devlet işletmeciliği çıkış yoludur.
Taner Berksoy: Ama Türk halkı devletinden genellikle memnundur.
Asaf Savaş Akat: Hayır ama devletin nesinden memnun?
Taner Berksoy: Bir sürü işte Anadolu’da bir çok yerde işte, iş temin etmiş, fabrika getirmiş, bilmem ne yapmış.
Asaf Savaş Akat: Şimdi yani şimdi bir de ama onu birinden alıyor veriyor. Yani onu birinden alıyor. Birinden alıyor veriyor. Şimdi hani Sovyet modeli ......... di mi devlet işletmeciliğinin şeyi olarak işte büyük eğitim çabası, büyük fedakarlıklar ama yürümedi. Yani bu devlet işletmeciliğinin piyasada alınıp satılan mal ve hizmetlerin üretiminde piyasanın zaten çalışmayacağı sektörler zaten devletin ama piyasanın çalıştığı, piyasada alınıp satılabilen mal ve hizmetlerin üretimini devlete bıraktığı zaman büyük sorunlar çıkıyor ortada. Şimdi Türkiye’de hâlâ bizim orada bir iticilikliğimiz var. Satmayalım kâr ediyor. Bilmem ne yapalım filan ya. Öyle olmaması lazım. Yani bizim şunu artık kabul etmeye başlamamız lazım ki devlet esas işini yapsın.
Taner Berksoy: Aslında onları yaparken de esas işi de yapmıyor.
Deniz Gökçe: Sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, hukuk, polis
Asaf Savaş Akat: Evet yani devlet o işlere para harcamaktan esas işine parası kalmıyor. Yani bu kitlere verilen paralar
Taner Berksoy: Yani bir anlamda devlet transfer yapıyor. İşte olan bir vergiyi alıyor, .....
Asaf Savaş Akat: Tamam da yani kitlere verilen, bu kitlere gömülen paralar eğer yargı sistemine girseydi belki de Türkiye bugün çok daha iyi bir yerde olurdu. Eğitime girseydi, yargı sistemine girseydi .....
Taner Berksoy: İkisini toplarsak 46 milyar dolar var, Deniz’in rakamlarında. Yani sen şey yapmışın 21 milyar dolar da içeri ....
Asaf Savaş Akat: Bir şeyi tabi ayırt etmek lazım. Bu özelleştirme devletin eskiden kalma işletmelerini elinden çıkartırken bunun şeffaf olması lazım. Yolsuzluğa burada izin vermemek lazım. Mümkün olduğu kadar malın sahibi olan vatandaşın çıkarını maksimize etmesi lazım. Tabi bunlar ayrı bir şey. Yani özelleştirmenin fiili yapılış şeyine ama ilke olarak artık Türkiye’nin bu bence bu kamu işletmeciliğine sıcak bakan tavırdan, tavrını en azından sorgulaması gerekiyor diye düşünüyorum.
Taner Berksoy: Evet. Güzel güzel konuşuyorduk ama programın sonuna geldik. Bu mevsimin ilk programını da tamamladık.
Asaf Savaş Akat: Vallahi çabuk geçti ya
Taner Berksoy: Size veda etmeden önce bir yine vatandaşımızın sorusu değil, bir yorum var onu okumak istiyorum size. Sayın Meral Güneş hanım göndermiş. Diyor ki;
Meral Güneş: Anlattıkları bana masal gibi geliyor. Ülkenin gerçeklerinden haberdar değiller galiba.
Taner Berksoy: Bizi izleyin ya Meral hanım haklı ya biz haksızız. Hepinize iyi akşamlar diliyoruz.
|